~2~

1.9K 210 141
                                    

İlkokulda nasıl kaybolduğuna anlam veremediğimiz silgi gibiydi bedeni. Küçücük sınıfta öyle bir yere düşüyordu ki görmek imkansız oluyordu onu. Bedeni de şimdi öyle bir boşluğa sığınmıştı ki onun, bulamıyordu onu, kaybediyordu yavaş yavaş... En kötüsü de kaybettiği sadece bedeni değildi, ruhu da kaçıyordu ondan...

Vücudu hala ısınamamıştı. Hastaneden eve gelir gelmez yorganın altına girmişti. Kansızlık ilaçları kilo yapıyordu ve Baekhyun, doktoruna danışmadan bırakmıştı. Gerekenden az olan kilolarının katkısıyla da vücudu olması gereken ısıya ulaşamıyordu. Belkide asla ulaşamayacaktı. Baekhyun, doktoruyla konuştuğunda yine kendisine bir sürü ilaç yazmasını beklemişti ama o sadece iç çekerek artık ilaçların pek bir fayda vermeyeceğini söylemişti. Bıçak gibi canını acıtan bu kelimeler işlenmişti Baekhyun'un beyninin en ücra köşelerine.

Baekhyun hastalığının ilk iki aşamasını başarısızlıkla geçmiş, üçüncü aşamaya gelmişti. Ve bu aşama gerçekleri yüzüne vuruyordu. Ölecekti... Şimdi olmasa da yakın bir zamanda toprağa karışacaktı.

Yirmi üç yaşındaydı daha. Çok gençti. Daha okuduğu üniversiteden diplomasını alacak, kalbinin anahtarlarını bulup açacak adamla evlenecek ve bir çocuğu evlat edinip kendi ofisini açacaktı ama bunun için yeterli vakti yoktu. Ölecekti. Kendi aptallığı yüzünden ölecekti hemde...

Elini yastığın altına soktu ve yaprakları sararmış küçük günlüğünü çıkardı. Bu günlüğe yazmaya on yaşında başlamış, on beş yaşında da son vermişti. Birilerine içini dökmesi gerekiyordu ve bu defter onun en yakın arkadaşı olmuştu birden. Herkesin onunla dalga geçtiği zamandan, kırk kilo verdiği zamana kadar yazmıştı. Elbette arkadaşları vardı o zamanlar. Vardı olmasına da, kendilerinden başkalarını düşünmeyen tiplerdendi. 

Sırtını yatak başlığına dayadı ve kahverengi kapaklı defterinin ilk sayfasını açıp okumaya başladı.

On  yaşındayken yüz on sekiz kiloydu. On yaşındaki bir çocuk, nasıl olur da o kadar kilolu olabiliyordu? Kocaman bir göbeği, tombul yanakları ve vücuduna göre pek de küçük olmayan bir yüzü vardı. Daha dördüncü sınıfa gidiyordu. Bir kırk sekiz boyu vardı ve boyu kilosunu kaldıramıyordu. Ortalıkta küçük bir panda gibi dolaşıyor, herkesin onunla dalga geçmesine memnuniyetle izin veriyordu. On birinci yaşının ilk gününde kendine bir söz verdi Baekhyun. Kilo verecekti. Ya diyet yaparak ya da kendini kusturtarak... Bir müddet diyet yapmayı denedi. Ama başaramadı. Olmuyordu. Diyetini düzenli yapıyordu, yediklerini fazlasıyla kısıyordu fakat bir süre sonra kendini çikolataların içinde yüzerken buluyordu. İkinci yolu denedi. Ailesinin haberi yoktu bundan. Her zaman onlarla yemek yer, sonra da gizlice tuvalete gider kusardı. On beş yaşına kadar tam kırk beş kilo vermişti, yetmiş üç kilo olmuştu. Boyu da bir altmış sekiz olmuştu. Artık amacına ulaşmış sayılırdı. Hızla kilo veriyordu. Ama bir sorun vardı. Yediği her şeyi istemsizce kusuyordu. Bir şeyler yer yemez kendini tuvalette lavabo başında buluyordu kendini. 

Aynaya her baktığında eskiden olan koca göbeğini görüyordu, Baekhyun. Daha çok egzersiz yapıyor, bayılana kadar koşuyordu. Kulaklarında eskiden onunla dalga geçen arkadaşlarının sesleri yankılanıyordu. Her kelime teker teker işlenmişti onun zihnine... Ölmüştü kendi içinde, öldürmüştü diğerlerini de... Sahi, hiçbir şey değişmemişti yine. Kendi içinde öldürdüğü insan nasıl olur da hala canını yakabilirdi? Nasıl olur da zihninde dahi şiddetli gösteriler sergilerdi?.. 

Bir müddet sonra ailesi hızla kilo kaybetmesini ve her yemekten sonra banyodan duydukları öğürme seslerini fark edip, Baekhyun'u ruh sağlığı ve psikoloji doktoruna götürdüler. O zamanlar hastalığın ilk aşamasındaydı. İyileşme oranı %70'den yüksekti. Sadece kusmayı kesmesi, düzenli olarak yemek yemesi gerekiyordu. Hiçbirini yapmadı o. Çabalamadı, yemedi, sürekli egzersiz yapıp kendini kusturdu. Bunları yapmak daha kolayına geliyordu çünkü.

Günlüğünün son sayfalarına geldiğinde, döküldü birer birer sayfalara gözyaşları. Pişmandı Baekhyun, deli gibi pişmandı hemde. Ölmek istemiyordu. Çok gençti daha. Ölmek için çok erkendi. Baekhyun, sadece kendisiyle dalga geçilmemesini istemişti. İnsanların onun hakkında konuşmalarını, her yemek konusu açıldığında kendisini göstermelerini, en yakın arkadaşının da dahil insanların arkasından güldüklerini görmek istememişti. Kalbi kaldıramıyordu. Canı yanıyordu her seferinde. Katlanamıyordu insanlara. Hala katlanamıyordu... Oysa ki annesi ona hep "Kediler nankör olur güvenme," derdi. Meğer asıl nankörler insanlarmış...

Küçük bir kağıt sayfası düştü günlüğün arasından. Buruşmuş kağıt parçasını eline aldı. Az çok hatırlıyordu bu küçük hatırayı. Okulda sıranın altında bulmuş, kendini tutamayıp okumuştu. Çok hoşuna gidip almıştı kağıdı.

Gözyaşları birer birer kağıdın üzerine düşerken, boğazındaki yumruyla uzun bir süre sonra tekrar okudu yazanları. Hala içini bir hoş ediyordu bu yazanlar. Bunu yazan her kimse kalbine dokunmuştu Baekhyun'un. Bilmeden, bilemeden... Bilse, yazdığı şiirden utanırdı... İğrenirdi belki kendinden...

"İnsanlardan soyutlaşmıştı çocuk.

Ne anlamı vardı ki artık;

Büyüyünce mutlu olmanın...

Rengarenk ruhu terketmişti bedenini.

Siyahtı artık."

Bir damla daha düştü gözlerinden. Kağıt parçasını defterin arasına geri koydu ve defteri aldığı yere bıraktı. Ne değişmişti sanki zayıflayınca? Küçükken şişman olması yüzünden, şimdi de çok zayıf olması yüzünden arkasından konuşuyorlardı. İnsanların gözünde iğrenç biriydi. Herkes yüzünü, bedenini, fiziksel kusurlarını görüyordu ama kimse kalbini, yaralarını görmüyordu.

İnsanlar garipti. Oldukça garip. Hepsi kendi gibi olanları seçiyor, olmayanları dışlayıp yargılıyorlardı. Sırf siyah olduğu için dalga geçiyorlardı, fakir olduğu için ayırıyorlardı toplumdan. Bir erkek pembe rengini seviyorsa 'kız', bir kız mavi rengini seviyorsa 'erkek' oluyordu. Ama bu aralar herkes siyahı seviyordu. Herkes pazartesinden nefret ediyordu. Sabahları erken kalkmayı sevmiyorlardı. Herkes ölmek istiyordu. Müslümanlar, hristiyanlar, hindular, siyahlar, beyazlar, zenginler, fakirler, hepsi; ama insanlar bunları yargılamıyordu. Çünkü insanların gözü boyanmıştı. Kendilerine olan nefretleri yüzünden boyanmıştı gözleri. Sadece kendileri gibi olanları seviyorlardı, diğerlerinin kalplerinin olup olmaması umurlarında bile değildi. Etraflarına at gözlükleriyle bakıyorlardı sadece.

Kafasını kaldırdı Baekhyun. Komidinin üzerinde duran su bardağını aldı eline. Midesi sadece yemekleri değil, içtiği suyu dahi çıkarıyordu. Ama bu sefer olmayacaktı. Kusmayacaktı. Yorganını göğsüne kadar çekip elini midesinin üzerine götürdü. Her nefes alışında mide asidi yemek borusundan yükseliyor, boğazında acı bir tad bırakıp gidiyordu. Su içmesinin üzerinden sadece üç dakika geçmişti. Karnı artık kasılmaya, mide asidi suyu alıp yemek borusundan yukarı çıkmaya başlamıştı. Yorganı hızla üzerinden çekip banyoya koştu ve klozetin önüne eğildi. İçtiği suyu çıkartırken midesi sanki daha fazlası varmış gibi öğürtüyordu Baekhyun'u. Gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzülürken kasılmaya başladı midesi. Canı yanıyordu artık. İmkansız olsa da, her ne kadar geç de kalsa, yaşamak için sebebi olmamasına rağmen yaşamak istiyordu...

Bir hayatı vardı yerle bir olan... Onu daha fazla mahvetmekte onun elindeydi, düzeltmekte... Mahvetmek bu kadar kolayken, düzeltmek neden zordu?

Yazım yanlışım varsa üzgünüm. Vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn.

HEAVEN OF BUTTERFLYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin