Yb getirdim size. Ama onunla birlikte üzücü bir haberim daha var. 7. bölümü önümüzdeki hafta içinde yayınlayamayacağım. Haftaiçi antremanım, haftasonunda ise doğum günümü kutlayacağım ve hemen pazar günü il dışında maçlarımız başlıyor. Umarım kızmazsınız. Çünkü ciddi anlamda sebeplerim var. Her neyse bölüm kısa oldu ama iyi okumalar. Haa bu arada 9 Aralık doğum günüm profilime küçük küçük notlar bırakırsanız aşırı mutlu olurum. Sizi seviyorum.
Parmaklarım klavyenin üzerinde durmuştu. Ne yazacaktım? Ne yazılırdı ki dediklerine karşılık? Konuşurken daha kolay oluyordu halbuki... Telefonumun kilit tuşuna basıp komidinin üzerine bıraktım. Dolabı açarken beynim yine düşüncelerle dolmuştu. Merak ediyordum Neul'u. Nasıl biri olduğunu, gerçekten kaza geçirip geçirmediğini, beni nereden tanıdığını, gerçek ismini... Bir kapalı kutuydu Neul. Kendi hakkında bilgi vermiyordu. Hatta gerçek ismini bile söylememişti bana. Sadece insanın içini karıncalandıran sözler söylüyor, her şeyi kısa süreliğine de olsa unutturuyordu. Farketmeden gülümsüyordum onunla konuşurken ama her aradığında sarhoş oluyordu. Belki ayıkken beni ve söylediklerini dahi unutuyordu.
Bugüne kadar çok susmuştum. Hep sessizlikteki kalabalığa katılmıştım. Ordayken mutluydum biraz. Biraz umutluydum. Şimdi ise sadece bir harabeyim. Hayal kuramıyorum, nereye baksam boş bir mezardan başka bir şey göremiyorum. Şişmanken ya da zayıfken bir şey farketmiyordu. Dışlanıyordum hala. Belki yine sessizliğe sığınacaktım ama istemiyordum. Çünkü biri vardı hissettiğim, yalnız olmadığımı hissettiren...
Siyah dar pantolon ve beyaz bol bir tişört aldım dolabımdan. Yavaş yavaş onları giyerken, komidinin üzerindeki telefon titreşmeye başlamıştı. Beyaz bol tişörtümü de üzerime geçirdikten sonra pantolonumun düğmesini ilikleyip telefonu elime aldım.
"Kaç kere diyeceğim ben sana! Bana erken cevap ver."
"Üstümü değiştiriyordum."
"Bende ölüyordum. Odanın içinde telefona bakarken kaç kere gidip geldim, haberin var mı?"
Yutkundum. Neden sürekli sert çıkıyordu ki bana? Sadece on dakika olmuştu. On dakika içinde mesajına geri dönmemem mi onu sinirlendirmişti bu kadar...
"Özür dilerim, Neul. B-Ben... Ben sadece yazacak bir şey bulamamıştım," dedim titreyen sesimle. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Sesi o kadar sinirli ve boğuk çıkmıştı ki, içim titremişti. Bir suç işleyip her an babasının onu öğreneceğinden korkan bir çocuk gibiydim.
"Ağlıyor musun? Ağlama, özür dilerim. Özür dilerim, Baekhyun. Sadece merak ettim. Çok merak ettim."
"Kim olduğunu bilmediğim bir adamın tek kelimesiyle beni kırabilmesi ve tek kelimesiyle gülümsetebilmesi hoşuma gitmiyor."
"Aynanın karşısına geç. Kim olduğumu söyleyeceğim sana."
Dediğini yapmadım. Kıpırdamadım bile. Hem beni nereden görebilirdi ki? Evime kamera mı koymuştu, pencereden mi izliyordu beni?
"Geçtim."
"Hayır geçmedin. Beni hafife alıyorsun galiba. Gerçekten izliyorum seni. Şaka yapmıyordum Baekhyun."
Telefondan yüzünü göremesem de, şuan küstahca gülümsediğini biliyordum. Hızla ayağa kalktım. Pencereye yönelip perdeyi çektim.
"Perdeyi kapatman bir şey değiştirmez. Hala görebiliyorum seni."
Kafamı kaldırıp tavana baktım. Telefondan gelen kıkırtıyla birlikte bende gülümsedim.
"Evime kamera felan mı taktırdın sen? Eğer öyle bir şey yapmışsan, kim olursan ol nerede yaşarsan yaşa seni öldürürüm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEAVEN OF BUTTERFLY
Fanfiction'BİLİNMEYEN NUMARA' Baekhyun telefonun yeşil düğmesini kaydırıp telefonu kulağına götürdü. Aynı anda kalın bir adamın sesi geldi telefondan. Sesi çatlaktı ama huzur vermişti bu ses Baekhyun'a. "Bilimsel araştırmalara göre bir karga yüz elli yıl kel...