Günde iki bölüm? Woah, müthiş. Her neyse, voteleri ve yorumları unutmayın. Sizi seviyorum. İyi okumalar.
Uzun uzun baktım karşımdaki zayıf bedene. Koyulaşmış siyah saçlar, mosmor göz çevresi, çatlamış kuru dudaklar, sarkmış deri, köprücük, kol kemikleri... Uzun, ince kollarımla sardım bedenimi. Sıcak suyun altındayken karşımda duran aynadan izliyordum kendimi. Berbat görünüyordum. Bu zayıf beden gözüme daha hala o kadar kilolu geliyordu ki... Sınıf arkadaşlarımın dalga geçen sesleri uğultuyla dolduruyordu kulaklarımı.
Yakında dişlerim ve saçlarım -ki şimdiden avuç avuç dökülmeye başlamıştı- dökülmeye başlayacak, kemiklerim eriyecekti. Her gün bir önceki günden daha fazla ölüme yaklaşacaktım. İnsan göz göre göre ölümüne izin verir miydi? Bir yolu yok muydu ölüm fermanını imzalamamanın... Bir bataklıktaydım. Çırpınıyordum ve çırpındıkça daha fazla derine batıyordum. Bir sonu olmalıydı halbuki bu bataklığın. Bir sonu olmalı ve ben de çıkmalıydım. Küçükken zayıflamak için verdiğim çabayı şimdi bu bataklıktan çıkmak için harcamıyordum ama bataklıktan da çıkmak istiyordum. Nasıl bir karmaşaydı bu böyle. Ama ben bir kelebektim. Belki yirmi dört saat içinde, belki üç gün, belki de bir ay içinde ölecektim.
Havlumu bedenime sarıp banyodan çıktım. Dolaptan aldığım boxerımı giyerken gözlerimle diğer raflardaki en bol tişörtü seçmeye çalışıyordum. Ancak böyle, insanlar benimle dalga geçmiyordu. Giydiğim bol tişört ve pantolonlar beni kamufle ediyordu. Küçücük vücuduma karşın büyük denilebilecek kadar kocaman bir kafam vardı. Hep böyle olmaz mıydı zaten? Zayıfların büyük, iri insanların sanki özel bir oranmış gibi küçük kafaları olurdu.
Yatağıma uzanmadan önce komidinin üzerinde duran suyu içip telefonu elime aldım. O adamın numarası olduğunu tahmin ettiğim numara yine gizliliğe bürünmüştü fakat bu sefer mesaj atmıştı. Ama ben mesajı açamadan telefon elimde titreşmeye başladı. Mesajı attıktan on beş dakika sonra arıyordu. Bu adam hiç uyumuyor muydu? Saat gecenin üçüydü. Telefon ikinci defa çalmaya başladığında, açtım.
"Eh be güzelim, sadece bir kere de olsa erken cevap ver bana."
"Kim olduğunu söylemezsen bir daha seninle konuşmayacağım. Hatta şu an bile senin gibi tanımadığım ve arayıp güzel sözler söyleyip benimle dalga geçen biriyle konuşmam hata. Kapatıyorum. Bir daha arama, yoksa polise başvuracağım. Böyle gecenin bir yarısı gizli numaradan arayıp bana güzel sözler söyleyen biriyle konuşmak ve üstelik daha o kişiyi tanımamam canımı sıkıyor. İyi geceler."
"Kapatma," kısık bir ses geldi hattın diğer ucundan. Ardından bebek sesleri ve bir kadının sesini duydum. Evli miydi telefondaki? Hem evli hem de benimle flörtleşiyordu? İyice çizgisini aşmaya başladı bu adam. Düpedüz dalga geçiyordu benimle.
"Kim olduğumu bilmiyorum gerçekten bilmiyorum! Ben de en az senin kadar berbat bir hayat yaşıyorum."
"En azından yalnız değilsin. Bir karın ve çocuğun var."
Kulaklarımı bir cızırtı sesi doldurdu. Cızırtıyla beraber bebek ve kadının sesi kesilmiş, adamın kahkaha sesi duyulmuştu.
"Sadece televizyon izliyordum, Baekhyun."
Kafamı pencereye çevirdim. Sanırım bugün tüm mahalle erken uyumuştu. Doğrusu, şuan saat erken bile değildi. Sokak serserileri bile yoktu ortalıkta. Adamın kurduğu cümleye sokağın sessizliğiyle cevap verdim. Konuşmak istemiyordum.
"On sekiz yaşımda, ehliyet aldığım günde, kaza geçirmişim, tek başıma. Bir çocuk yüzünden. Doktorların söylediğine göre kalıcı olarak hafızamı kaybettim; ama sadece o çocuğu hatırlıyorum. Onun küçüklüğünü, onunla konuştuğum zamanları... Adım, ailem, doğum tarihim hiç biri yok ama sadece o çocuk var. Bunun ne kadar berbat bir şey olduğunu hayal edebiliyor musun? Ve ben şu an o kazayı geçirmeme sebep olan çocukla konuşuyorum."
"Dalga geçiyorsun. Bu sence de biraz saçma değil mi?"
"Eskiyi gözünde canlandırmak zor geliyor değil mi, sevdiğim?"
Saçmaydı bu. Ben nasıl olur da bir adamın kaza geçirmesine sebep olabilirdim ki? Öyle bir şey dahi hatırlamıyordum ayrıca. Belki de uydurduğu bir yalandı bu. Ama neden yalanmış gibi gelmiyordu?. Hah, hiçbir şeyi hatırlamayıp sadece beni hatırlaması da komikti. Ama neden bu adamın söylediklerine inanıyordum?
"Ha-Neul diyeceğim sana ama artık numaranı gizliden çıkart, ne olur..."
"Pekala, bir daha aradığımda numaramla karşılaşırsın."
Kafamı pencereden çevirip sol çaprazımdaki aynaya odaklandım. Dudaklarımda bir tebessüm vardı. Bu adamla her konuştuğumda böyle mi olacaktı? Söyledikleri kalbime dokunuyordu ama böyle de olmak biraz garipti. Hele bir adamın sadece söyledikleriyle beni gülümsetmiş olması... Yavaşça hızlandığını hissettiğim kalbimin üzerine koydum elimi.
"Kendimi kalbimden vurup ölmek istiyorum ama sonra kalbimde senin olduğun aklıma geliyor; kıyamıyorum." ('SaPLa HanÇeRi KaLBiMe KaNaSıN FazLa DeRiNe iNMe ÇüNKü OrDa SeN vArSıN' yazar tüm romantikliğin içine eder ve yavaşça uzaklaşır. Happy end~)
"Her seferinde konuyu değiştiriyorsun. Ya da ben değiştiriyorum. Bilemiyorum. Ama bu kadar konuşacak bir şeyimiz yok işte. Sana iyi geceler."
Telefonumu kapatmadan önce son dediklerim bunlardı. Bir adamın sebep olduğu dudaklarımdaki bu tebessümden nefret etmiştim aslında. Bir erkeğin beni sevmesine o kadar uzaktım ki. Evin içindeki boğucu havayı çektim içime. Telefonumu komidinin üzerine bırakacağım an ekranı yanıp söndü. Bilinmeyen 'o' numaradan mesaj gelmişti.
"On dakika önce içtiğin suyu kusmadığını sen fark etmedin ama ben fark ettim. İyi geceler, kelebeğim."
Elimi midemin üzerine getirdim. Sahi, kusmamıştım. Mide sıvım yükselmemişti bile. Gülümseyerek cevapladım mesajını:
"İyi geceler, Neul."
*****
Saat sabahın beşine geliyordu ve ben mide bulantısıyla uzun süredir ilk kez uyuduğum uykudan kalkmıştım. Klozetin önünde sadece öğürürken midem sanki içinde bir şey varmış gibi mide asidimi yolluyordu. Gözlerim yaşlarla dolmuş, karnım kasılmaya başlamıştı. Uzun süreden sonra ilk kez uyumuştum. Belki midem bulanmasa buna devam edecektim ben. Midem boş olmasına rağmen bulanıyordu. Sanki bir şey varmış gibi onu dışarıya atmaya çalışıyordu ama bir şey yoktu işte! Daha fazla öğürmeden geri çekildim. Tuvalet kağıdıyla ağzıma silip çöpe attım ve sifonu çektim. Sırtımı soğuk fayanslara yaslarken bir yandan da gözyaşlarımın akmaması için göz kapaklarımı kapatmamak için uğraşıyordum.
Yaklaşık yarım saat o pozisyonda kaldıktan sonra yerden kalktım odama gitmek için. Komidinin üzerinden telefonu alıp saate baktım. Gün ağarmaya başlamıştı hafif. Saat beşi çeyrek geçiyordu.
Saate baktıktan sonra ben uyurken gelen mesajı açtım. Neul atmıştı ve aklıma dahi gelmeyen soruyu yanıtlamıştı.
"Sormadın ama söyleyeyim; her gün saat iki gibi komidinin üzerinde duran bir bardak suyu içiyorsun. Bir hafta seni izlediğimde farketmiştim."
"Çocuk gibisin. Merak ediyorum sen günün yirmi dört saatinde alkol mü alıyorsun? Bağımlı mısın?"
Telefonumu geri komidinin üzerine koyarken mesajıma cevap verdi. O mayhoş duygunun bedenimi ele geçirmesini sağlayan cevabı verdi.
"Seninle aynı gökyüzüne bakmak bile beni sarhoş ederken ne alkolü be sevgili? Adını duymak bile sarhoş ediyor, mayıştırıyor bu gergin bedenimi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEAVEN OF BUTTERFLY
Fanfiction'BİLİNMEYEN NUMARA' Baekhyun telefonun yeşil düğmesini kaydırıp telefonu kulağına götürdü. Aynı anda kalın bir adamın sesi geldi telefondan. Sesi çatlaktı ama huzur vermişti bu ses Baekhyun'a. "Bilimsel araştırmalara göre bir karga yüz elli yıl kel...