~10~

1K 97 23
                                    

*Melanie Martinez - Cry Baby

"Olmaz, o on iki saat içinde ben seni çok severim. Çok seversem kırarım seni. Hayır, istemiyorum."

Gönderdiği mesaj aklımın en ücra köşelerinde yer edinmişti şimdiden. On iki saatte onu sevemezdim ki ben. Onu sevebilmem için yalnızca üç saat yeterliydi. Belki de daha az. Neul'ün ya da Chanyeol'ün sadece üç saatte o güzel sözleriyle kalbimi yerinden kopartıp alabileceğine emindim. O bana sürpriz yumurtadan çıkmış oyuncak gibiydi. O yumurtanın hem çikolatası güzeldi hem de oyuncağı. İkisi de iyi hissettiriyordu... Onu tam olarak affetmemiştim. Çünkü işin içinden yine bir yalan çıkacak ve o tekrar açıklamak zorunda kalacaktı. Yine yalan söyleyecekti, alışmıştı buna artık. Belki söyledikleri doğru da olabilirdi ama içimden ona inanmak gelmiyordu ve asla da gelmeyecek gibiydi. Chanyeol: Evren gibiydi aslında. Her şeyi kendi içinde toplamış, biriktiriyordu. Büyük, aynı zamanda karışıktı. Ve ben onun büyüklüğünde nasıl bir çıkış yolu bulacağımı bilmiyordum.

Sırtımı soğuk fayansa yasladım ve dizlerimi karnıma doğru çektim. Banyoya bir yatak yerleştirmeliydim, nasılsa günümün dörtte üçünü burada geçiriyordum. Klozete eğilmiş, gözlerim buğulanmış bir şekilde... Doktor, tedavi olabileceğimi söylemişti bana. Olmak istiyordum, istediğim kadar yemek yediğim zamanlara geri dönmek istiyordum ama ölüm bana daha yakınken, uzun bir tedavi süreci her şeyi kopartıyordu beynimde. 'Ölmek mi, yaşamak mı?' diye sormadan edemiyordum kendime. Ölmek mi acı verirdi, yoksa yaşamak mı hangisi daha zordu?

Gözlerimi yerde serili paspasa çevirdim. Kafam çok karışıktı. Beynimde ondan fazla düşünce vardı ve hepsi teker teker düşünmek yerine bir çorba gibi karışmalarına, beynimi yemelerine izin veriyordum. O düşünce dosyalarını açıp inceleyecek vaktim yoktu benim. Şuan burdan kalkıp yatağıma gidecek, ilaçlarımı içecek gücüm dahi yoktu. Kendimi çok fazla yorgun hissediyordum. Artık bedenim ona ağır gelen ruhumu taşıyamayacak duruma gelmişti. Şuan yok oluyordum belki de... Hücrelerimin hepsi teker teker saniye saniye yok oluyordu...

Düşünmek bir müddet sonra insanın boğazını sıkıyor, nefes almasını engelliyordu. Çünkü hafif bir düşünce koskocaman olup ağırlaşıyor, senin cevaplayamayacağın soruları yöneltiyordu beynine. Sanırım bu yüzden de insanlara 'düşüncesiz' diyorduk. Asla cevaplayamadıkları sorular yüzünden beyinlerinin düşünme bürosunu kapatıyorlardı. Kendilerini hatta kendimizi değersiz hissediyorduk ve diğer insanlara değersiz olduklarını böyle gösteriyorduk. Yargılayarak, dalga geçerek, inciterek, zayıf noktasını bulup onunla oynayarak... Dünyanın en garip varlıkları biz olmalıydık kesinlikler. Bize bir beyin verilmişti ama verilirken kullanma kılavuzu unutulmuştu...

Kasıklarımda duran telefonumu aldım ve ayağa kalktım. Banyodan çıkıp odamdaki balkona doğru yürürken telefonumun tuş kilidine bastım. İki mesaj gelmişti. Biri Chanyeol'dü, diğeriyse uzun süredir telefonlarıma cevap dahi vermeyen annemdi. Ve bu kadının mesaj attığını görmemle, karnımın içindeki küçük tüylü yaratıklar midemi gıdıklamaya başlamıştılar. O kelimeyi görmeyeli uzun zaman olmuştu telefon ekranında. Annemdi o benim. Belki beni merak etmiyordu, umurunda değildim ama annemdi. Dizlerim ve ellerim titremeye, gözlerim dolmaya başlamıştı. Özlemiştim onları.

Titreyen parmaklarımı önce ekranın üzerinde gezdirdim bir müddet, sonra Chanyeol'ün gönderdiği mesajı açtım.

"O zaman iki dakika kalbinle değil, gözlerinle sev beni. Yeter ki birinin, sevdiğin birinin, beni sevdiğini göreyim, olmaz mı?"

İç çektim parmaklarım klavyenin üzerinde birleştirilecek harfler ararken. Onun bana baktığı gibi bakabilir miydim ona? O benim gözlerime sonsuzmuşum gibi bakıyordu her seferinde. Benimle konuşurken göz bebekleri büyüyor, kahverengi irisleri daha açık bir renge dönüşüyordu. Ya da ben öyle hayal ediyordum. Konuşurken doğru düzgün gözlerine bakmaya çalışsam, onun gözleri de gözlerime kenetleniyor, dilimin tutulmasına sebep oluyordu. Peki ben birini seversem gözlerine, ona nasıl bakardım? Kalbimle belli edemediğim o sakin ancak bir o kadar da karmaşık duyguları, gözlerimle belli edebilir miydim? Peki karşımdaki adam... Anlar mıydı onu sevdiğimi? En önemlisi; ben birini sevebilecek kadar uzun yaşar mıydım? Peki ya Chanyeol... O bir cümleleri söyleyecek kadar çaresiz miydi sahi?

"İki dakika değil belki ama sana söz veriyorum Chanyeol; Sana aşık olacağım. Hatta öyle bir aşık olacağım ki, bu günler utanacak. Sende bir müddet daha bekle, tamam mı?"

Yanaklarımı sıkkın bir şekilde şişirdim ve gönderdiğim mesajı bir kere daha okudum. Cidden sevebilecek miydim? Söz verdim, tabii ki sevecektim! Çok sevecektim hem de onu. Ondan daha fazla belki. Bu imkansızdı ama deneyecektim. Onu, benim onu sevdiğimden daha fazla sevecektim...

Annemin gönderdiği mesajı açtım. Dudaklarımda az önce Chanyeol'e yazdığım mesajın etkisiyle bir gülümseme vardı. Hatta öyle bir gülümsemeydi ki bu, annemin mesajı bile silememişti. Ama bu gözyaşlarımın birer birer süzülmesine engel değildi... Erkeklerde ağlayabilirdi. Bir anne, evladını severdi. Ne olursa olsun mutlaka onun yanında olurdu, ona destek çıkardı, en küçük hatasında bile onu uyarırdı. Bir anne, evladının üzülmesini asla istemezdi. Evladı üzüldüğünde yanaklarından öper, ona sımsıkı sarılırdı. Zayıfladı diye onu suçlamaz, her şeye alındığı için kalbini suçlardı. Diğerlerini suçlardı... Bir anne, en çok evladını severdi aslında. Parmağına küçük bir diken battığında kıyameti kopartırdı. O minik yarayı kocaman bir kesik gibi görürdü. Ama hangi anne 'Kilo alana kadar bize anne ya da baba deme' derdi ki? Benim annem neden bana destek olmak yerine köstek oluyordu? En çok ona ihtiyacım olduğu zamanlarda neden yanımda olmuyordu? Bir evlat annesinin gözünde bu kadar mı değersiz olurdu? O kadar değersizdim işte...

Kapının sesiyle balkondan içeriye girdim ve gözyaşlarımı sildim. Elimde telefonumu sımsıkı sıkarken, nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Kahverengi kapının önüne geldiğimde dudağıma minik bir tebessüm yerleştirip kapıyı açtım.

Chanyeol tam şuan karşımda gri eşofmanı ve siyah atletiyle karşıma duruyor, gözleri heycanla parlıyordu. Mesajına cevap vereli daha altı dakika olmuştu, ne ara gelmişti buraya? Koşmuşa da benzemiyordu oysaki, nefes nefese değildi. Yanağında traş köpüğü vardı ve gözlerini şaşkın şaşkın kırpıştırıyordu. Küçük bir çocuk gibi.

"Işınlanma makinesini mi buldun?" dedim gülerek. Tıraş köpüğü olmayan yanağı parlıyordu. Burun çevresi ve kulak uçları kızarmış, gözleri göz çevreme bakıyordu.

"Ağladın mı sen?"

"Duygulandım biraz. Evin buralara yakın mı?"

Bu soruma karşılık üst kattan kapı çarpma sesi gelmişti. Chanyeol ise tavana bakıp dudaklarını büzmüş, homurdanmıştı. Sonra kafasını tekrar bana çevirdi ve kaşlarını üzgünmüş gibi indirip konuşmaya başladı.

"Arada bir üst katta da bir ev olduğunu içinde de birinin yaşadığını hatırla ve ona ziyarete git. Ayrıca o, birtanecik hiç ziyaret etmediğin üst komşun şuan kapının önünde kaldı. Bir günlük bu komşunu evinde misafir edebilir misin?

Uzun bir aradan sonra geri döndüm selam slfslf 6.69K olmuşuz skfdlfe diğer ficlere göre düşük ama bence çok yüksek bir rakam ldlfdp hedef 10K. Bölümü umarım beğenmişsinizdir. Altta 'vote' ve 'yorum yap' butonları var umuyorum unutmamışsınızdır dlflsğfp

HEAVEN OF BUTTERFLYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin