Yazım yanlışlarım olacaktır elbette, siz onları görmeyiniz lütfen. İyi okumalar...
Dudaklarımı araladım şaşkınlıkla. Üst katta bir ev olduğunu biliyordum ancak o evde Chanyeol'ün yaşadığı aklımın ucundan dahi geçmemişti. Şaka gibiydi, Chanyeol üst katta oturuyordu ve ben onu daha önce apartmanda görmemiştim... Burnumu çekerek içeri davet ettim onu. Elinde tıraş bıçağıyla koridorun sonundaki banyoya giderken, ben de küçük bir çocuk gibi peşinden gidiyordum... Chanyeol lavabonun önüne geçtiğinde ben de kapı pervazına yasladım sırtımı, onu izlemeye başladım.
Bazen olur olmadık yerlerde gözüm dalıyor, insanları izliyordum. Bazen de izlediğim insanlardan birini göz kafesimin içine alıyor, o gidene kadar onu inceliyordum. Göz ve saç rengini aklımda tutmaya çalışıyordum mesela. Gözlerinin içine bakıyordum, sanki en dipte bir hazine varmış gibi... Öyle anlamlı geliyordu ki o an yaptığım şey, insanların bakışlarım altında ezilip ezilmediği aklıma dahi gelmiyordu. Düşünemiyordum işte, gözlerim dalıyor o kişiye, sadece o oluyordu baktığım yerde. Ses yok, başka kimse yok, sadece o var. O ve onun diğerlerine karşı olan tavrı, bakışları... Anlamaya çalışıyordum kısmen o kişiyi. Bakışlarıyla anlamaya çalışıyordum anlatmak istediği şeyleri. Üzgün mü, mutlu mu olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Chanyeol elindeki tıraş bıçağıyla yanağında kalan sakalları keserken aynadan benim yansımama bakıyordu. Gözleri eskisi gibi değildi şimdi farkettiğim kadarıyla. Büyük kulak kepçesi ev sıcak olmasına rağmen kıpkırmızıydı. Burnun ucu da öyle... Hep öyle oluyordu zaten. Ellerine dikkat etmemiştim ancak kulakları ve burnunun ucu hep kırmızıydı. Üşüyor gibi görünüyordu... Açık musluktan avcuna su doldurup yanaklarını temizlerken gözünden bir damla yaş lavaboya akmıştı. Bir insan sebepsizce neden ağlardı ki...
Boynunda asılı olan havluyla ıslak ve pürüzsüz görünen yanaklarını sildikten sonra gülümseyerek bana döndü. Dudaklarının aksin gözleri dolu doluydu hala. Yanına gidip elimi kanayan çenesine değdirdim.
"Çenen kanıyor."
"Biliyorum. Öyle güzel ve derin baktın ki bana, aynadan sana bakarken jileti fazla bastırmışım farkında olmadan... Sevmiyorsan bana öyle bakma Baekhyun, yanlış anlıyorum. Kendime ümit veriyorum sonra."
Ben Chanyeol'e yarın sabaha kadar nasıl dayanacaktım acaba... Chanyeol'e değil, sözlerine nasıl dayanacaktım en önemlisi... Her dakika sözleriyle beni iğnelerken, kalbimi ellerinin içine alırken nasıl kalabilecektim onun karşısında, onun gözlerinin içine bakarken... Saat daha dokuzdu ve sabaha kadar uyuyamadığımı var sayarsam o da benimle beraber uyumayacaktı. Ve ben bu durumdan korkuyordum. Öyle bakıyordu ki Chanyeol gözlerimin içine; Sanki yarın sabaha kadar bir şeyler olacakmış gibi, sanki kendini sevdirecekmiş gibi, kalbime girecekmiş gibi... (ne beklediğinizi biliyorum;)) İçtendi, derindendi bakışları.
Dolaptan tentürdiyot, pamuk ve yara bandı çıkarıp eline tutuşturdum.
"Tentürdiyotu sakın kesiğe değdirme, etrafına sür. Ben içeriye geçiyorum. İşin bittiğinde malzemeleri dolaba düzenli bir şekilde tekrar koy."
Geri döndüğümde bir şey demek için dudaklarını aralamıştı Chanyeol, ama bir şey demedem kapattı ve olumlu anlamında başını salladı. Ne zaman bitecekti bugün? Nasıl dayanacaktım onun bakışlarına. Hep üzgün olacaktı, çok iyi biliyordum bunu. Bir şey söylemek isteyecekti az önce olduğu gibi ama susacaktı. Daha iyi olurdu aslında susması. İkimizde susardık, konuşmazdık ve gün çabucak biterdi.
Salona girdiğimde kendimi tekli koltuğun birine attım. Gözleriim odadaki eşyaları tek tek süzerken gözlerimi kazağımın koluna silip burnumu bir kez daha çektim. Annemin attığı mesaj kulaklarımda hala yankılanıyordu. Annem belki bunları beni önemsediğini düşünerek yapıyordu. Ama beni, kendilerinden uzaklaştırarak daha beter bi hale sokuyordu beni... Ayak seslerinin geldiği kapı girişine çevirdim ıslak gözlerimi.
"On dakika seni izlememe izin verir misin?"
Chanyeol, karşımdaki koltuğa oturduğunda gözlerim çenesine kaydı. Yamuk bir şekilde yara bandını yapıştırmış ve tentürdiyot sürmediği açıkça belliydi. Gözlerim çenesindeyken başımı aşağı yukarı salladım. Sonra gözlerimi gözlerine odakladım.
"Biraz da gülümsesen tam olacak gibi aslında..."
"Sebepsiz yere neden güleyim ki, delirdin mi sen?"
"Ben seni sebepsizce sevmekten delirmiştim oysa..."
Gözlerimi gözlerinden çekip ellerine indirdim hemen. Sonrasında dudaklarına çevirdim gözlerimi. Çok güzel dudakları vardı ve kendime istemeden 'Acaba dudakları bu kadar güzel olduğu için mi böyle güzel şeyle söyleyebiliyordu?' sorusunu sorarken buluyordum. Bu dudaklardan bazen de kırıcı sözler çıkabiliyordu. O zamanlarda bir insan bir şey söylerken 'Acaba karşılığında bir şey der mi,' diye düşünmek zorunda mı kalmalıydı her zaman? Her kelimenin onun için ne çağrıştırdığını düşünmek zorunda mıydı peki... Chanyeol nasıl oluyor bilmiyorum ama her zaman bunu başarabiliyordu. İç çekerek oturduğum koltuktan kalktım ve önünde eğildim. Sol elimle çenesini tutarken sağ elimle yapıştırdığı yara bandını yavaşça kaldırıyordum kesiğin üzerinden.
"Gülümse, n'olur!"
"Dikkatimi dağıtıyorsun, Chanyeol!" Dikkatimi dağıtıyordu çünkü bunları söylerken yüzü bir bebekten farksızdı. İnanın, içinizde ki öpme hissini o kadar zor durduruyordunuz ki...
"Senin yüzünden oldu zaten bu kesik! Birkerecik gülsen ne olur sanki ya. Baekhyun, lütfen?"
'Lütfen'deki e'yi uzatması ve sesinin minik bir çocuk gibi çıkması yüzünden kendimi durduramadım ve gülümsedim yara bandını tekrar kesiğe yapıştırırken. Gözlerimi Chanyeol'ün gözlerine çevirdiğimde, Chanyeol gözlerini kapatmıştı. Gözlerimi dudaklarına indirdim.
"Biraz daha kalsana öyle," dediğinde dudaklarının her kıvrımını, noktasını aklıma kazırcasına baktım. Sonrasında dudağını ıslatışı ve minik bir gülümseme konduruşu beni kendimden geçirmişti şimdiden...
"Sana tekrar sarılmak istiyorum."
Nefesimi tuttum. Gözleri yavaş yavaş aralanıyordu. Bir anda kahve kokusu gibi doldurdu yumuşak lavanta kokusu ciğerlerimi. Bu koku bana sigaradan daha çok bağımlılık yapacaktı o kesin. Sorduğu soru bir kağıt kesiği gibi acıtmıştı canımı. Küçük bir kesik ama acısı katlarca büyük...
"Chanyeol, ben de, benim bilmediğim ne var da beni seviyorsun sen," deyiverdim aniden. Sorduğum soru hiç aklımda yokken birden çıkmıştı ağzımdan. Bundan sonra bir şey söylemeden önce kırk kere düşünmem gerektiğini tekrar hatırlattım kendime.
"Sende ne var bilmiyorum ama ben de sen varsın o kesin."
Kaşlarımı çattım. Ne dediğini anlamamıştım. Bir de sarhoş gibi konuşmuştu. Bazı sesleri yutarak ve yuvarlayarak. Kollarını göğsünde dolamıştı söyledikten sonra. Gözlerini tekrar kapatmış beni kendimle tekrar başbaşa bırakmıştı.
Chanyeol, bana arabayla bilerek çarpmıştı ve ben onu affetmiştim. Üstelik gerçek ismiyle hitap etmeye yeni yeni başlamıştım. Sekiz ay önce değilde onu daha önceden tanıyormuş gibi hissediyordum. Fazla yakınmışız gibi geliyordu sanki... Sahi, yakın olmasak benim hakkımda bu kadar çok şeyi nasıl bilecekti ki? Ama dokuz ay önce... Ağustos ayında kazaya uğramamıştım ben. Hastanede bile kalmamıştım hatta. Ama Chanyeol, beni hastanede gördüğünü söylemişti. Bana o zaman çarptığını söylemişti.
"Chanyeol, ben dokuz ay önce ben araba kazasına falan uğramadım hatta hastanede dahi yatmadım. Merak ediyorum... Sen beni hastanede gördüğüne emin misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEAVEN OF BUTTERFLY
Fanfiction'BİLİNMEYEN NUMARA' Baekhyun telefonun yeşil düğmesini kaydırıp telefonu kulağına götürdü. Aynı anda kalın bir adamın sesi geldi telefondan. Sesi çatlaktı ama huzur vermişti bu ses Baekhyun'a. "Bilimsel araştırmalara göre bir karga yüz elli yıl kel...