Kimi kitaplarını sıfır almayı sever, hiç iz olmasın, o yeni kitabın kokusunu içine çeksin falan ama ben öyle değilim. Özellikle yıpranmış, karalanmış kitapları alırım sahaflardan. Çünkü bir başkasının anıları, duyguları saklı o kitabın içinde.. Okurken acaba bu bölümde ne düşündü bir önceki sahibi, ne hissetti diye düşünmek, kafamda farklı senaryolar kurmak paha biçilemez.
Tek isteğim kitabımla baş başa kalabilmekti. Bu dünyadan uzaklaşıp romandaki dünyaya girmek...''Öyle bir gün geliyor ki, insan olması gerektiği yerde olmak istiyor. Ama kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor''
diyordu en sevdiğim yazar. Kaç kez okudum bu romanı bilmiyorum. Ama Albert Camus farklı bir adamdı. Absürdizmi o farketti yani ''Öleceksek neden yaşıyoruz?'' sorusunu sorar ve yaşamın bir anlamı olmadığını söyler. Peki bu durumda intihar mı etmeliyiz? Tabi ki de hayır!
Hayata anlam yüklemek saçmadır ve bu saçmalıkla savaşılması gerekir. Camus tam olarak bunları söylemekte.
Bu yüce düşüncelere aşık olmuştum ben çünkü o düşünceleri hissedebiliyorum.
''Burası boş sanırım, senin içinde sakıncası yoksa eşlik etmek isteriz sana. Gerçi bir de kantindeki tek boş masa burası. '' Kafamı kaldırdım. Üç kişilerdi, sevimli, kıvırcık saçlı suratında kocaman gülümsemesi olan bir kız, sakallı uzun boylu kalıplı bir çocuk ve tam olarak bebek surat olarak adlandırdığımız sarışın, bembeyaz tenli piç görünümlü biri daha vardı. Hepsi gülümsüyordu. Donuk bakışlarla baktığımı farkedince gülümseyip
''Tabii, buyurun.'' dedim. Tekrar kitaba dönüyordum ki sakallı olan elini uzatıp
''Merhaba ben Ufuk, bu Gözde ve Yunan tanrılarına benzeyen arkadaşımız da Onur.'' diye tanışma muhabbetine girerken hepsiyle tokalaştım.
''Zeynep'' dedim.
''Ne okuyorsun Zeynep?'' dedi Ufuk.
''Albert Camus, biliyor musun? Dahi bir yazar bence.'' diye atlamıştım hemen. Konu sevdiğim bir şeyse gözüm kapalı savunurdum. '' Bu kitabı, mutlu olmak için başkalarına ihtiyaç olmadığını anlatıyor. Gerçekten insana bir şeyler katan bir roman.''
''Önemli olan mutlu olma isteği...'' dedi Onur. Bakakaldım. O, Camus'yu biliyordu. İstemsizce etkilendim ve gülümsemeye başladım aslında bir derece kıskanmış bile olabilirim. Benim yazarımdı o, bana aitti.
Teni bembeyazdı, suratındaki damarlar belli oluyordu. Koyu sarı saçlarını dağınık bırakmış, koyu pembe dudaklarının üzerinde minik kahverengi bir beni vardı. Gülümseyince yanağının kıvrımına denk geliyordu. Yunan tanrıları benzetmesi çok yerindeydi bence.
''Onu değil, bölümü soruyordum.'' diye düzeltti Ufuk.
''Hıı pardon ya, hukuk. Siz?''
''Ben iktisat bu ikisi de uluslararası ilişkilerde'' diye gösterdi baş parmağıyla.
En sevmediğim şeydi bu ne okuyorsun, yaşın kaç, nerden muhabbeti. Zamanla öğrenilirdi elbet ama bi kere başladığın zaman buna devamı geliyordu zaten. Biraz daha devam etti bu tanışma işi. Onur ve Ufuk Ankaralılar ama Gözde Bursalıydı. Hepsi üçüncü sınıftaydı benimle çömez diye biraz dalga geçtikten sonra Ufuk ve Onur'un ev arkadaşı olduğunu öğrendim. Hatta evlerimiz de karşılıklıydı.
''Camus'nun en sevdiğin kitabı ne?'' dedi bay Tanrı.
''Hepsi çocuklarım gibi desem biraz klişe olacak ama Mutlu Ölüm, Yabancı, Veba, İlk Adam..''
''Yani neredeyse hepsi'' diye gülümsedi Onur ''Camus okuyan hatta seven bir kız görmemiştim. Malum Pucca falan dururken...''
''İnsanları zevklerine göre yargılamayın bayım.'' gülümsüyordum artık.
''Bayım... Sevdim bunu. Hem samimi hem resmi. Bu arada zevkler seçimleri kolaylaştırır, ortak noktaları bulmayı sağlar. Böylece konuşabilecek daha çok şeyimiz olur. Konuştukça daha iyi tanırız birbirimizi böylece muhabbet açmak için uğraşmak zorunda kalmayız. Sizce de öyle değil mi küçük hanım?'' Küçük hanım mı dedi o bana?
'' Küçük mü hanım? Küçük mü gösteriyorum? Nerden baksan bi 35 hissediyorum ben ama yine de sen bilirsin.'' diye gülümsedim.
'' O halde bende 37, yine de küçüksün. ''
Gülümsemesinde ki en güzel şey yanağının kıvrımında kalan beniydi. Bence gayet çekiciydi bu durum ama büyük ihtimalle Camus'yu bildiği için etkilendim ondan başka açıklaması olamazdı. Kollarını kıvırdığı beyaz tshirtünden sporla uğraştığını anlayabiliyordum. Bu dış görünüşle kaç kızı etkilediğini merak ettim gerçekten.
Ufuk ve Gözde anılarını anlatıyorlardı. Bu boktan şehirde şu ana kadar gayet eğlenmiş gözüküyorlar. Konuya dahil olup zamanlarını nasıl geçirdiklerini, burada nasıl eğlenebildiklerini sordum. Eğlenmek için eğlence mekanına gerek olmadığını güzel bir ortam kurduktan sonra aynı masada saatlerce oturup eğlenebildiklerinden bahsettiler. Kıskandım açıkçası. Ben ortam kurabilecek bir kız değilim bir veya iki arkadaşım olurdu hep. Zaten lisedeki arkadaşlarımdan ayrılmak ve yepyeni bir başlangıç yapmak yeterince üzdü beni.
O sırada Onur benim koluma dokunup '' Devrim'le tanıştın mı? Aynı dersleri alıyorsunuz. Gerçi Devrim üçüncü sınıf olabilir ama birinci sınıfta kalmayı tercih ediyor.'' dedi kahkahalarla konuşuyordu.
Kafamı kaldırdım, Devrim... Bana ters bir bakış atıp Onur'a döndü '' Derse gidiyorum ben, sonra biraz işlerim var. Yemeği kim yapacak?''
''Daha alışveriş yapmadık ki, biz de eve geçince çıkar bi alışveriş yaparız ona göre hallederiz oğlum kafana takma.''
'' Tamam kaçtım ben, haberleşiriz.''
Yok artık. Devrim her yerden çıkıyor. Onurlar ile arkadaş mıydı? Bu kadar ayrı iki karakter nasıl bir araya gelmişti acaba? Hem ne oluyor ya? Önce benimle konuşmaya falan çalışıp bunaltıp şimdi görmezden geliyordu. Bana bakmamıştı bile. Çok mu sert çıkıştım acaba o yüzden kırılmış falan olabilir mi? Moralim bozuldu.
Keşke biraz umursamaz olabilsem de sıradan birinin yaptığı şeyler beni bu kadar etkilemese. Bana göre umursamaz olabilmek bir nimet. Bunun için de insanın kendisiyle barışık olması gerekiyor sanırım. Görünüşüm ve tavırlarım dünya umurumda değilmiş gibi olsa da içim içimi yiyor, hep üzülen taraf ben oluyordum. Kafama takmamayı öğrendiğim an eminim ki dünyadaki en mutlu insan ben olacağım. Bunu yapabilen biri olmak benim için bir lütuf, öyle birini bulduğumda ders almak istiyorum.
''Bu da Devrim işte, adı gibi, geçmişle gelecek arasındaki ölümüne mücadele... Hep işleri olur hep bir mücadelesi vardır. Geçmişinin yüklerini geleceğe taşır hep ve en üzücü kısmı da geçmişindeki yaralardan ders almak yerine o yaraların kendini mahvetmesine izin veriyor...''
Bu cümlenin sonunu yarım bir gülümsemeyle getirdi. Buna piç gülüşü diyebiliriz aslında ama o yanağındaki ben, gülümsemesini daha etkileyici ve karizmatik hale getiriyordu. Onur karaktersiz biri bile olabilirdi ama o ben her şeyi değiştiriyordu.
''Kardo, senin içinden ne çıktı? Zeynep'i mi etkilemeye çalışıyorsun? 15 yıldır tanıyorum seni oğlum daha bana böyle cümleler kurmadın.'' diye araya girdi Ufuk.
''Ben hep böyleydim oğlum demek ki sen beni hiç açmamışsın. Sorun sende yani!''
Geyik muhabbetlerini severdim aslında ama o an Devrim'in davranışlarına kafam takılmıştı çok kaldıracak durumda değildim. Müsaadelerini isteyip masadan kalktım. Derse girmek yerine yavaş adımlarla eve gitmeye karar verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tek Nefeslik Sigara
RomanceDünyanın en sıkıcı okulunda, kendini beğenmeyen, iletişim kurmakta güçlük çeken biri.. Ve her şeyi tam tersine çeviren bir devrim..