Gün

164 8 2
                                    

Apartmanın merdivenlerinden hızla iniyorum. Daha hızlı koşmalıyım, ikişer üçer atlıyorum basamakları, basamaklara baktıkça başım dönmeye başlıyor, ayağım takılıyor ve merdiven boşluğuna düşmeye başlıyorum, her yer kararıyor. Derin bir kuyu gibi, dibini göremiyorum artık. Yere çakıldığım an uyandım, ter içinde kalmıştım ve yine sabah olmuştu.

Gecelerdir bu rüyaları gördüğüm halde daha önce yere çakıldığımı hatırlamıyorum. Rüyalarımda nelerden kaçıyordum bilmiyorum ama yıllardır insanlardan kaçtığım doğrudur. Uyumaya devam etmek istiyorum gözlerimi kapatıyorum, uyuyamıyorum. Yataktan çıkıp pencereden dışarı bakıyorum. Güneş; bıkmadan, sıkılmadan, yorulmadan, var olduğu günden beri, hiç bir sabah işini aksatmamış ve her doğuşunda insana huzur veren, mutluluk dağıtan ihtişamıyla iş başı yapmak üzereydi. Perdeleri açıp mutfağa gittim, güneşe kahvemi yudumlayarak eşlik edecektim.

Yıllar önce okuduğum bir kitapta yazılan "Gün doğumu en iyi ve basit terapilerden biridir, zihninizi boşaltmak istiyorsanız gün doğumunu seyredin" satırlarını hatırladım. Evet haklıydı, peki ya gün doğumuna doğru gitmek daha güzel terapi olamaz mıydı? Bu soru özlemini duyduğum tutkumu yerine getirmek için bir şans oldu. Kahvemi hızlıca yudumlayıp, hevesle kalkıp giyindim. Yabancı bir alışveriş sitesinden almış olduğum korumalı mont, kafamı bir beton yığının içine geçirirsem korur mu diye sürekli merak ettiğim kask ve bir trafik kavgasında işime yaramış yumruk kısmı korumalı eldivenlerimi alıp, bahçeye; kırmızı siyah desenleri, kızgın boğayı anımsatan ön farları, günlerdir sesine hasret kaldığım, çok özlediğim motosikletimin yanına indim.

Her şeyi kontrol edip, heyecanla motosikletimin marşına basıp çalıştırdım. Bana huzur veren sesini bir süre dinledim. Herkes uyuyorken, gürültü yapmak istemediğimden yavaşça karanlık ülkenin sokaklarına ilerledim. Sokaklar ıssızdı, bu saatlerin en güzel özelliği buydu. Sıcak yatağından kalkmış, sokakları süpüren çöpçüden başka kimse yok. Büyük uğraşlarla temizlediği bu sokaklar saatler geçmeden insanlar tarafından istila edilecek, hiç umursanmadan kirletilecekti. Bir ressamın bitirmiş olduğu güzel tabloya boya sıçratmak gibiydi bu. Ressam sokakları süpürmek yerine insanları süpürmeyi tercih ederdi.

Araçlarla dolup taşan bu caddelerde sıkışıp kaldığımı hatırladım. Motosiklet sürücülerini sevmeyen şoförler kasten sıkıştırıp öldürmeye çalışırlar, kimisi ise göz göre göre üstüne sürer arabayı. Telefonuyla konuşurken araba kullanmaya çalışanlar, içkili sürücüler, dikkatsiz yayalar, hepsi birer düşman gibidir. En ufak bir dikkatsizlik canımıza mal olabilirdi. Işıklarda beklerken pencereden kafasını çıkarıp merakla soru soranlar, "sen bunu nasıl kullanıyorsun ya, hadi kullandın diyelim nasıl halen yaşıyorsun hahaha" diye dalga geçtiğini zannedip aslında korku seviyelerini dışa vuran insanlar. Ama her zaman yeşil ışık yandığında motorumun aynalarından sinirden kızarmış suratlarına bakıp gülümserim. Çünkü tozu yutmuşlardır.
Motorcular onların sandıkları, ifade ettikleri gibi psikopat, deli veya soytarı değillerdir. Motorcular dikkatlidir, hızı sever ama saygılıdır, yardım severdir. Bir defasında kırmızı ışıklarda beklerken karşıdan karşıya yavaşça geçen teyzenin, yeşil ışık yandığında yolun ortasında kalınca arabalarının kornalarına basmaya başlayan umursamaz, saygısız insanlara maruz kalmış , motorumu yolun ortasında kapatıp yardım etmiştim. Karşıya geçirirken tekrar kırmızı yanınca bir şoförün hakaretine maruz kalmıştım. Oysa kendisinin engelli plakalı araç kullanması beni tam anlamıyla kırmış, ses çıkarmadan yoluma devam etmiştim. Şimdi ise hiç birinden eser yoktu.
Yönümü güneşin doğduğu yöne çevirdim. Bu güzel fırsatı caddede yavaşça gazlayarak değerlendiriyordum. İnsanlar evlerinden çıkıp bu güzelliğe cephe almaya başlamadan şehirden uzaklaştım. Motorumu hayallerime sürdüm, yüreğimi mesken tutmuş bir avuç güzel insan, yoldaşlarım bulutlar, ağaçlar ve asla beni terk etmeyen sadık yalnızlığım. Vücudum kışı hissetsede, gözlerimde baharın özgürlük türküsü. Buram buram toprak kokan ülkemin buruk ve acı taşan öyküsü. Doğanın mis gibi kokusu arasında uzun süre kanatlarını yeni çırpmaya başlayan bir güvercin gibi süzüldüm. Yorulunca, gördüğüm bir patika yola girip bir ağaç kümesinin yanında durdum. Ortada diğerlerine nazaran daha yeşil ve büyük olan ağacın altına oturdum. Ağaçların ve toprağın o güzel temasına sessizlik işlendiğinde sessizliğin sesini duymaya başladım. Gözlerimi kapattım. Nefes alıp verirken inip kalkan göğsüm, kalp atışlarım eşlik etti bana . Hislerime kulak, kaygılarıma ışık, ruhuma şarap oldular. Doğanın huzuru nefesimden yüreğime aktı, damla damla. Kanayan yaralarıma aşk, gözlerime ışık, sevdama türkü oldu. Munzur oldu kulaklarımda çığlık çığlık. Ruhuma özgürlük oldu. Kanatlarıma kavuşurken hislerimden öptüm, elveda dercesine. Sürekli başımı beladan belaya sokan hislerim ve vicdanımdan uzaklaşmak istedim. Kanat çırpmaya başladım, yükseldim. Ağaçların tepelerine ulaştım, gökyüzüne doğru yükselmeye başlamışken artık kanat çırpmalarım bir işe yaramıyordu, biri ayağımdan tutup çekiyordu beni, arkama baktım. Kıvırcık saçları güzel gözlü oradaydı, kadın tutuyordu beni. Kanat çırpmayı kesince yanına düştüm, yanakları kızardı, başını önüne eğdi.

Neden bırakmıyorsun beni? Kimsin sen? Neden çıktın karşıma? Ne istiyorsun?

Başını kaldırmadı, cevap vermedi. Telefonum çalmaya başlayınca gözlerimi açtım, ışık gözlerimi kamaştırdı. Telefonumu çıkardım, arayan Helin idi. Bu sessizliği, bu güzelliği konuşarak kirletmek istemedim. Ekranda yanıp sönen yeşil ışığı izledim kapandı, ardından mesajı geldi "Ben bir saate kadar kafede olurum".
Evet unutmuşum bu randevuyu. Aslına bakarsanız umursamaz biri değildim, bunun sebebi umursamayan insanlar yüzünden gelişmiş bir refleksti. Motoruma binip şehre doğru yola çıktım.
...

Dengbejlerin kültüründen esinlenilerek döşenmiş tahtlar, divanlar, sedirler. Duvarda camdan yapılmış çeşitli figürler işlenmiş eski lambalar. Yerde el yapımı halı, etrafta toprak saksılara ekilmiş çiçekler. Karşımda ağaç dallarıyla ve yapraklarla kadın yüzü işlenmiş tablo, saçlarından yapraklar dökülüyor. Semaverden tüten buhar, yeni yakılmış sobanın uğultusu arasında çayımı yudumlarken Helinin cafeye doğru geldiğini gördüm. İnce uzun bedeni, siyah saçları, zarif yürüyüşü. Kırılgan olduğunu kimseler anlamasın diye hep gülümseyen yüzü, içten duyguları, incitilen ruhu. Yanıma gelip otururken sigarasını yaktı. El sıkıştık, bir yudum almıştı ki özür dileyerek söndürdü sigarasını, "Dalgınlığıma geldi, sen sigara sevmezsin" dedi.
Helinin hep korunması gereken bir kadın olduğunu düşünürdüm. Saf ve kırılgan olmasından değildi bu, kırıldığı halde hep bir özür bekleyip, affetmek için sebep aramasındandı. Bir daha affetmem dediği insanlarla bir yerde karşılaşsa kendi gider konuşurdu.
"Kırgınım" dedi, neye kırgın olduğunu biliyordum. Umursamaz olduğumu düşündüğü için kırılırdı bana. "Biliyorsun" dedim, kafa salladı. Yolda karşılaştığım insanlarla selamlaşırken bile hep rahatsızlık veriyormuşum hissine kapılır çok uzatmadan ayrılırdım. Sonra duvarlarımın arkasında yalnızlığımla masa kurar, onunla sohbet eder, bütün ilgimi ona verir, benle olduğu sürece o da sıkılmaz, itiraz etmezdi. Helin beni duvarlarımın arkasından çıkarmaya çalışsada başaramadı, başaramayınca kızar, kızınca kırılıp giderdi. Onunla bir süre sessizce otururken ikinci çayımızı içtik.
+ İş bulamadın mı?
- Hayır
+ Online görüşmen nasıl geçti?
- Adamın yanakları ekrana sığmıyordu.

Güldü, o sırada kafeye yeni gelen bir bir gruba takıldı gözlerimiz, ellerinde dergiler kitaplar içeri girdiler. Biz sessizliğimize devam ederken gruptan tanıdık bir ses duydum. Sesin geldiği yöne baktım. Bu ses ona aitti, kıvırcık saçlı, sabah uçmamı engelleyen, bana gazeteyi uzatan o kadın, orda onlarlaydı. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışırken,saç köklerimden kirpiklerime kadar bütün bedenimde bir yanma his ettim. Etrafı sarılmış bir suçlu gibi kalbim hızla atmaya başladı. Önüme döndüğümde Helinin bakışları üzerimdeydi...

...

Merhaba, fırsat buldukça yazmaya çalışıyorum. Umarım sizi kızdırmıyorum. Yeni bölümler gelicek :) lütfen oylamayı yorum ve takibi unutmayın. Okumaya değer bulduğunuz için teşekkür ederim.

Buz SıcağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin