Kırık

125 8 0
                                    

Duygularınızla süslediğiniz hikayelerinizi bir kenara bırakın, oturduğunuz yerden doğrulun. Odanızın sıcaklığından sıyrılın, pencerenizi açın ve gökyüzüne bakın. Derin bir nefes çekerken, gözlerinizi kapatıp özlemini duyduğunuz şeyleri düşünün, onları his etmeye, yakalamaya çalışın. Bunu başardığınızda yüreğiniz ısınmaya başlayacak, size huzur verecek, belkide onu gerçekleştirmek için güç toplayacaksınız. Başaramazsanız sadece üşümüş olacaksınız ama hayatın renkleri olduğunu hissedeceksiniz. Evet, hayatın renkleri vardır.

Hayat beyaz, hatalarından arınmak, yarına temiz bir sayfa açmak isteyen genç için.

Hayat siyah, acılarını çamaşır iplerine asmış anneler için. Karanlık ülkede,kayıp evlatlarını arayan annelerin acılarının siyah yüzü, hayat... Hayat, acıları yüreğinde yer edinmiş anneler için cumartesi.

Hayat mavidir, gecenin laciverdi, gün batımının turuncusu. Denizde açlığını kovalayan balık için turkuazdır.

Karanlık ülkede ise hayat gridir. Sokaklara tünemiş tanklar, panzerler. Aynı renk elbiseleri ve postallarıyla ellerinde tuttukları silahlara sarılmış askerler, çoğu zaman dalgınlar. Bir şey düşünüyorlar. Eski aşklarını, geride bıraktıklarını. Kimi sıcak bir yatağa uzanıp yorgun ve bitkin bedenini uykunun şefkatine teslim etmeyi, kimi sıcak bir yemek ile aç karnını doyurmayı düşlüyor. Fakat bu düşler bittiğinde hepsinin gözlerinde aynı şey, öfke...

Sokağa çıktığımda yağmur çiseliyordu. Kafama geçirdiğim montumun kapşonu yüzümü tam anlamıyla kapatmıştı. Başım öne eğik "onu tekrar nasıl göreceğim?" diye düşünerek yürüyordum. Apartmanların, evlerin bacalarından tüten dumanlar her yeri kaplamıştı, kömür kokusu genzimi yakıyordu. Evlerine bir parça ekmek götürebilmek için cadde kenarlarında tezgah açmış seyyar satıcılar soğuğa aldırış etmeden bekliyorlardı, yüzünde güller açan ayakkabı boyacısı, tıklım tıklım dolu kahvehaneler, kapısı her açıldığında içerinin sıcaklığı dışarı akan ekmek fırını. Okuldan çıkmış ve evine, annesinin şefkat taşıyan kokusuna kavuşmak için can atan, sırtlarındaki çanta bedenlerinden ağır olan çocuklar vardı. Onların arasında yürüyen bir sırt çantası fark ettim. Başta afalladım ama dikkatli bakınca ayaklarını ve önüne eğdiği başını gördüm. Arkasından yaklaşıp çantasının tutamağından tuttum, çok yavaş, fark etmesini istemeden yükü sırtından alacak kadar kaldırdım. Yükün hafiflediğini ilk bir kaç adım fark etmedi sonra adımları hızlandı, bir kaç metre sonra sağa ani dönünce beni fark etti, gözlerini bana çevirdi, kahverengi gözlerine düşmüş dağınık saçları, küçük yüzünü korku kapladı. Omuzunu silkip gitmeye çalıştı, korkmasın diye gülümsedim, ikinci hamlede çantanın ağırlığıyla yere düştü, düştüğünde içimde bir çocuk kapıları kapattı yüzüme. "Korkma, taşımana yardım edeceğim" diyerek kapıların açılmasını ümit ederek tekrar gülümsedim. Elimi uzattım tutmadı, kalkmaya çalıştı ama başaramadı. Yanına diz çöktüm, kızgın bakıyordu artık, ince kollarını çantadan çıkarıp tekrar elimi uzattım "sana yardım edeceğim" dedim, yine tepki vermedi. Anladım ki o, karanlık ülkede ki her çocuk gibi bu dili bilmiyordu. Onlar da benim gibi bu dili sonradan öğreniyordu. Hayallerinizi, düşlerinizi yaşadığınız dili bırakıp artık onları farklı bir dil ile düşlemenizi istiyorlardı. O dili terk edip başka bir dil ile yaşamınız gerekiyordu. Kaldırdım onu, çantasını uzattım, sırtına geçirmesine yardım etmeye çalıştım, gitti. Biraz baktım arkasından istemsiz, bir kaç metre ilerde ki beyaz demir kapıya eliyle bir kaç defa vurdu, kapı açıldı içeri girdi. O içeri girdiğinde, yüzüme kapıyı kapatan çocukğun kapıyı artık süngülemiş olduğunu anladım.

O kadını gördüğüm sokağa doğru, tekrar karşılaşma ümidini yüreğinde ısıtarak yürümeye devam ettim.
Günler geçmişti, gazetenin her bir satırını okumuştum, aylık basılan bir gazete olduğunu ve basım tarihinin henüz yeni olduğunu biliyordum. Yinede şehrin kalabalığından sıyrılıp sokağın yakınına geldim. Sokağın girişi 10 metre ilerde soldaydı, ani bastıran heyecan, sokağa girer girmez onunla karşılaşacağımız hissine kapıldım. Yağmur değil adeta kaynar su yağmaya başlamıştı. Bedenim ısınıyor, terlemeye başlıyordum. Geriye doğru birkaç adım attım, geri dönmek istedim. Bu hissi daha önce yaşamamıştım. Yalnızlığıma geri dönmeliydim hemen, ama geri dönecek olursam pişmanlık duyacaktım. Hızlı adımlarla sokağa yaklaştım, kafamı biraz kaldırıp sola döndüm ve sokağa girdim. Girdiğim an yağmur yavaşladı, zaman yavaşladı, kalp atışlarım şiddetlendi, soluğum kesildi, etrafa baktım ama kimse yoktu. Ayaklarım soğudu birden, herşey olağan haline dönerken yere baktım, aptal bir gülümsemeye kapıldım. Ayaklarımda ki soğukluğun sebebi, önüme bakmadan heyecanla sokağa girerken, büyük bir su birikintisinin içine girmiş olmamdı, içi su dolu ayakkabılarım ve yenilmişlik hissiyle yürümeye başladım tekrar. Bastığım her taşın altından "sürpriz" yaparcasına fışkıran yağmur suyuna aldırış etmeden yürüdüm. Yaprakların arasından "merhaba" diyen çiçekler yoktu. Onlar bile gitmişken, ben ne arıyordum ki bu sokakta? Yürümeye devam edip sokaktan çıktım. Kazandığım bütün ümitleri kumar masasında kaybetmişim gibi yürüdüm. Geldiğim yöne doğru zamanı geri almak istercesine yürüdüm. "Neden geldin buraya?" diye kendime kızarak yürüdüm. İnsanlar her an kırıldığımı fark edecek diye daha hızlı yürüdüm. Nefes nefese kalıncaya kadar koşar adımlarla yürüdüm. Nefesim kesilince başımdaki kapşonu çıkardım, yavaşladım. Yağmur yağmıyordu artık.
Ümitlerimi kaybetmek istemiyordum, bu yenilgi bana daha fazla azim verir miydi şüpheliydim. Eve geldiğimde yalnızlığıma kavuşmanın verdiği güven ile üstümü değiştirip yatağıma uzandım. Bu kırgınlığa iyi gelecek tek şey vardı,..uyku. Belki uyuyunca yüzüme kapıyı kapatan çocuğu bulup, gönlünü alırdım, kim bilir ?

...

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Hikayemi beğendiyseniz oy verip, listenize eklemeyi, arkadaşlarınıza tavsiye etmeyi unutmayın :)

4. bölümde görüşmek üzere.


Buz SıcağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin