Gaia'nın düşüşü ardından tam bir ay geçmişti. Kamplar arası barış sağlanmış, herkes mutluydu. Jason sık sık Jupiter kampına ziyarete gidiyor, yardım ediyordu. Piper ise şu sık sık ekilme olayından pek de hoşnut değildi. Herkes eğleniyor, bir yandan da çalışıyordu. Clarisse her zamanki gibi Ares kampçılarına emirler yağdırıyor, antreman yapıyordu. Yani anlayacağınız, herşey yolundaydı.
Ben mi? Bense bana en çok ihtiyaç duyan kişinin peşinden koşuyor, ona hakettiği ilgiyi gösteriyordum. Annabeth ile Thalia'nın ağacının altına oturmuş, piknik yapıyorduk.
Tartarus'tan döndükten sonra şu 'seni asla bırakmayacağım' ilkesini benimsemiştik. Bir an için bile olsa ayrılmaktan kaçınıyorduk.
Annabeth her zamanki gibi harika görünüyordu. Turuncu bi kamp tişörtü giymişti, bir de kot şort. Altın sarısı saçları at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Bronzlaşmış teni parıldıyordu. Gıpgri gözleri ise güneşle parıldıyor, beni benden alıyordu.
"Annabeth," dedim. "Diyorum ki bıraksak bunları, gidip jupiter kampında huzurlu bi şekilde yaşasak. Beraber bi aile kursak, beraberce yaşlansak."
"Bunlar olacak yosun kafa, emin ol. Bir gün olacak. Ama bugün burda sorumluluklarımız var ve-"
"Yani sorumlulukların benden kıymetli, öyle mi?" Biliyorum, şimdi 'ne diyon la değişik" falan diye düşünüyo olabilirsiniz ama erkek dediğin sevdiğiyle uğraşırmış.
Annabeth'i görmeliydiniz. Bi an için ne yapacağını şaşırdı, sonra da ağzıma mavi bi kapkek tıktı. "Sen her zaman ilk önceliğimsin." Sarılıp yanağımı öptü.
Normalde bu beni alt ederdi ama ağza kek için intikam istiyordum. Bir öpücük onu kurtaramayacaktı.. Hiç değilse bu kez..
Ben de onun ağzına bi dilim pizza tıktım. Bi süre bakıştık, sonra bi kahkaha patlattık. Beraberce, sarılarak güneşi seyrettik.
Güneş güzel güzel parıldıyordu tepemizde. Belki de biraz fazla parıldıyordu. Derken parlaklığı daha da arttı, ve adeta bi ateş topu düşmeye başladı. Alçaldı, alçaldı ve bi anda, kamptan 50-100 metre kadar uzağa, göle çakıldı.
Suya ilk dalan ben oldum. Arkamdan da iki kano geldi. Ateş topunun düştüğü yer hala buhar tütüyordu. Suya daldım. Zeminde bir adam gördüm. Adam uzun boylu, kaslı, kahverengi saçlı ve sakallı olan, üzerinde ise antik yunan tarzı bir zırh giymiş biriydi.
Adamı yüzeye, ardından da karaya çıkardım. Herkes adamın etrafını sardı. Kheiron ve Rachel da dahil. Kheiron adamı görünce kireç kesildi. Bi açıklama yapar belki diye bekledim ama aşağı bakmakla yetindi.
Adam bi anda öksürüp kıpırdandı. Vücudu bi anda sarınsı turuncumsu bi ışık ile parıldadı. Gözlerini açınca o ela rengindeki gözleri açağı çıktı. Bakışları adeta insanı delip geçiyordu. Adam doğruldu, etrafına bakındı. Sonra Kheiron'a bakıp gülümsedi. "Uzun zaman oldu, eski dostum." Dedi. Adamın sesi gür ama bir o kadar da nazikti. Opera sanatçısı falan olmalıydı bence.
Herkes bakışlarını Kheiron'a çevirdi. Berbat görünüyordu. Adeta 10 yıl yaşlanmıştı.
Adam anlayışlı bi tavırla gülümsedi. İnanılmaz bi şekilde pozitifti ve etrafa mutluluk saçıyordu. "Beni hatırlamamanız ya da tanımamanız normal, genç kahramanlar." Dedi adam o gülümsemesiyle. "Sonuçta uzun bi süredir aranızda bulunamadım. Kendimi tanıtayım, ben Helios, güneşin tanrısı, düşmüş Olimposlu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin Yükselişi
FanficGaia gibi bir tehdit ardından ve kamplar arası barıştan sonra bile Percy rahat edemiyor maalesef. Kendisi Annabeth ile tatlı tatlı hayaller kurarken tatsız gelişmeler oluyor. Yeni bir kehanet, geçmişten gelen sırlar ve herşeyin kaynağı olan bir mele...