Sabah erkenden kalktılar, kahvaltılarını yaptılar ve yola koyulmaya hazırlandılar. Aslına bakarsanız kimsenin kilometrelerce boş boş yürüyecek hali yoktu. Bundan dolayı Hazel ile Nico'ya çok baskı yapıyorlardı. Zavallıcıklar ne yapacaklarını şaşırmışken araya Percy girdi.
"Bakın, onları zorlamak bişey değiştirmeyecek." Dedi. "Çocuklar, nasıl yaptığınızı bilmiyor ya da kontrol edemiyorsunuz, bu çok açık, ama sizden-"
"Umm.. Şey, Percy.." dedi Jason. Onun sözünü kesmeyi sevmiyordu ama gördüğü şey bunu unutturdu.
"Lütfen Jason bitirmeme izin ver. Dediğim gibi-"
"Percy!"
"Tanrılar aşkına, ne var!?"
Jason konuşamadı, sadece onun arkasını işaret edebildi. Percy yavaşça arkasını döndü. Gördüğü manzara pek güzel değildi. Hazel ile Nico, bembeyaz gözlerle birlikte parmaklarını doğuya dikmiş "Olympos düştüğünde, onlar yol gösterecek bizlere.." Diye sayıklıyorlardı. Sonra da gözleri düzeldi, afalladılar. Annabeth şoku atlatan ilk şahsiyet oldu. "Hey siz iyi misiniz? Bu bağ olayı gittikçe ilginçleşiyor ama iyisiniz. Ve sanırım artık nereye gideceğimizi biliyoruz." dedi.
Tabii ki de biliyordu, o Jason'ın tanıdığı en zeki kişiydi. Annabeth önderliğinde doğuya doğru yol aldık. Yaklaşık 20 melez, ıssız, çorak bir bölgeye geldiler. Koskoca yerde sadece tek bir ağaç vardı, o da ölmek üzereydi. Ağacın altında biri oturuyordu, bizi görünce de gülümsedi ve ayağa kalktı.
"Geç kalacaksınız zannetmiştim, kahramanlar!" dedi esmer çocuk. Aradığımız kişi oydu. Kesinlikle tanıma uyuyordu, ama gözleri ürkütücü ve karanlık değil, bal rengi gibi parlayan sarımsı bir kahverengiydi.
"Sen!" diye haykırdı Percy. "Aradığımız melez sensin! Ölümün oğlu, Vincent Blaze."
"Şanım hızlı yayılmış anlaşılan. Evet bay Jackson, o benim. Tanıştığımıza sevindim." dedi Vincent. "Bana kısaca Vince diyebilirsiniz." diye devam etti.
"Umm şey pekala.. Merhaba Vince, ben Piper Mclean. Buraya bir bakıma seni durudurmaya geldik de denebilir."
"Anlıyorum.. Söylesenize, neden Olymposluları savunuyorsunuz? Onlar çok mu nazik, çok mu iyiler? Aileleriniz olmasaydı da onları savunur muydunuz?"
"Bak koca oğlan, aklımızı çelemezsin. Boşuna dil dökme." dedi Percy
"Haklı olabilirsin Perseus, sonuçta Piper gibi büyükonuşum yok, ya da Annabeth kadar bilge değilim. Ancak belli bir şey beni her konuda avantajlı kılıyor, deneyim. Ve tabii ki beraberinde getirdiği acılar. Bir bakıma Jackson, beni ayakta tutan acı, ben acı için yaşarım. Ancak bu düşmanlık gerektirmez. Asla melezlere sırt çevirmedim, garezim Olimposlulara! Siz ise değerli müttefikler olabilirsiniz. Hatta size küçük bir hediye teklif edeceğim."
"İlgilenmiyoruz!" diye haykırdı Clarisse. Saldırıya geçti, olağan gücüyle mızrağını savurdu, Vincent ise onu havada kapıp ikiye ayırdı. Sonra da Clarisse'e bir tekme attı. Clarisse 5 metre kadar süzüldükten sonra iki ayak üstüne indi. Tam saldıracaktı ki Thaila onu durdurdu.
"Bazılarınız laftan anlıyor demek." Dedi Vincent. "Bakın, teklifim hala geçerli. Hediyenizi derhal size vereceğim!" Bir anda ellerinde iki tane mor alevler saçan, kristalimsi ve içinde ruhların uçuştuğu, zincirli, çift başlı kanca veya pençe belirdi. Herkes kendini savunmaya hazırladı ama o sadece bunları yere sapladı. Sonra ise yerde bir yarık açtı. Yarıktan üç tane iskelet çıkıp dikildi, sonra da pençelerden üç tane ruh çıkıp iskeletlere girdi. İskeletler mor bir alevle yandı, sonra da bir duman bulutu gibi parladılar. Duman dağılınca da üç tane kişi vardı artık.
"O-olamaz.." Diye kekeledi Percy. Diğerleri de aynı şok içindeydi.
"Ne oldu?" Dedi Vincent. "Geçmişten gelen armağanlar sizi mutlu etmeliydi." sonra da sırıtıp biraz da güldü.
"Anlamadım," dedim. "Kim bunlar?"
"Onlar.." Dedi Annabeth. Sesi titriyordu. Ağlamak üzereydi. Gözleri dolmuştu. Herkeste aynı durum vardı ama Annabeth ve Percy çok daha hüzünlüydü.
"Onlar Jason," diye devam etti Percy. "Onlar feda ettiğimiz dostlarımız.." Diyebildi sadece.
Sonra da bedenleri inceledi Jason. Oldukça normallerdi. Tek anormallik ise gözlerinden çıkan tuhaf mor parıltılardı.
Bedenler üzerimize yürümeye başladı. "Ne var, yoksa eski dostlarınızı özlemediniz mi?" Dedi Vincent.
"Aslında Jackson," diye devam etti. "Mutlu bir tablo görmeyeli uzun zaman oldu. Bakın, ben zalim değilim. Onlarla konuşmanıza izin vereceğim, gerçek onlarla. Ama zamanınız kısıtlı, uyarmadı demeyin." Vincent parmaklarını şıklattı ve mor parıltılar kayboldu. Bedenler afalladılar. Kız, uzun boylu ve iri yarı olan, esmer adama sarıldı. Sarışın ve suratında yara izi taşıyan ise ağlamaya başladı.
Ne olduğunu anlayamadan Annabeth, Thalia ve Percy sarışın çocuğa doğru koştu. Clarisse ise kıza, ve herkes birinin yanına gitmişti. Annabeth ile Thalia çocuğa öyle bir sarılmışlardı ki nefes aldığından şüpheliydim. Yanlarına gidip "O da kim?" Diye sordum.
"Bu Luke Castellan." Dedi Annabeth. "Eski bir dostumuz, koruyucumuz. Beni yedi yaşındayken kurtarmıştı. İkinci titan savaşında yanlış taraftaydı, Cronos'un ta kendiydi ama bir kahraman olarak öldü. Ve şimdi burada!" Annabeth ona daha da sıkı sarıldı. Sarılmayı kestiklerinde Luke ile Percy karşı karşıya geldi. Sadece bakıştılar, sonra da sarıldılar. "Beni affedebilecek misin Percy?" diye sordu Luke. Gözleri adeta iki çeşmeydi.
"Çoktan affettim dostum." dedi Percy de. Sonra da dörtlü konuşmaya devam etti. Yirmi saniye geçmemişti ki 'feda edilenler' parlamaya başladı . Derken bir anda toza döndüler.
"Üzgünüm, zaman doldu." dedi Vincent. Ağacın dalında bağdaş kurmuş oturuyordu. "Dostlarınızla görüşmek iyi gelmiştir umarım. Bunun fazlasını da verebilirim, tek istediğim yoluma çıkamamanız."
Percy gözyaşlarını sildi. Sonra da "Onlar öldüyse kahramanlıkla öldüler. Onların yolundan şaşmayız." Dedi. Herkes de katılır gibi başını salladı.
Vincent omuz silkti. "Pekala," dedi. "O zaman dans başlasın!" Birden ellerinde gene o kancalar belirdi ve bize doğru inanılmaz bir hızla atıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin Yükselişi
FanfictionGaia gibi bir tehdit ardından ve kamplar arası barıştan sonra bile Percy rahat edemiyor maalesef. Kendisi Annabeth ile tatlı tatlı hayaller kurarken tatsız gelişmeler oluyor. Yeni bir kehanet, geçmişten gelen sırlar ve herşeyin kaynağı olan bir mele...