Resistence Fighter

212 18 12
                                    

   Sağında ve solunda birer muhafız vardı. Elleri zincirliydi. Eskiden uzun kollu olduğu belli olan beyaz tişört artık kısa kolluydu. Tişört vücuduna yapıstığı için karın kasları belli oluyordu. Pantolonu da yırtık pırtıktı. Saçları siyah ve dağınıktı. Ama bu ona hoş bir hava katıyordu. Kenarında küçük bir yaprak parçası vardı. Kolları çizik doluydu. 'Büyük ihtimalle dallar kesmiştir' diye geçirdim içimden.

   Muhafızlardan biri bana selam verip içeri girdi. O sırada göz göze geldik.

   Bakışları boştu. Mavi gözlerinden hiçbir şey okunmuyordu. Bir süre sonra bakışları tekrar yere odaklandı. Muhafızlarla beraber içeri girdi.

   Bu çocukta beni çeken bir şeyler vardı. Merdivenlerden aşağı indim. Tereddüt etmeden sola, havalandırma bölümüne girdim. Kapakların önünde bir süre duraksadıktan sonra 32 numaralı kapağı, olabildiğince sessiz bir şekilde sağa kaydırdım ve oğlanın sorgusunu izlemeye başladım. Normalde benim oturmam gereken tahtın çaprazından, yerdeki havalandırma deliğinden bakıyordum.

   Tahta olan yolu yarılamıştı. Ağır adımlarla yürürken zincirler şıngırdıyordu. Sonunda babamın önüne geldi. Gözleri yerdeydi. Babam kadehinden bir yudum şarap aldı.

“Selam vermek yok mu?” Muhafız oğlanın omurgasına, dirseğiyle bir darbe indirince, çocuk hafif bir iniltiyle dizlerinin üstüne çöktü. Muhafız da tekrar yerine geçti. Oğlanın gözleri hala yerdeydi. Halının desenlerini ezberlediğinden emindim. Onu bekleyen sonu düşününce ürperdim.

“Neyse.” diye devam etti babam. “Sorun değil. Eee, hayatın nasıl? Direnişçilerle mutlu musun?”

Çocuk başını kaldırmadı.

“Demek sessiz birisin. Hmm… O zaman direk konuya dalalım. Direnişçiler nerede saklanıyor?”

Yine cevap yoktu ama çocuğun çenesi kasıldı.

“Hadi ama, utanma, bu bizim sırrımız olacak.”

   Başı hafifçe yana yatmıştı. Ya da bana öyle geldi. Emin değilim. Bir şifacıya görünmeliydim sanırım.

“Sahi mi? Yol tarifi verebilirsin o zaman.”

   Yine sessizlik.

“Sadece basit bir cevap istiyorum. Direnişçiler nere-“

“Lanet olsun!!” diye bağırdı çocuk. Doğruca babama bakıyordu. “Ne kadar da salaksınız!! Cevap vermeyeceğim, sokun bunu kafanıza-“

   İçimden “şapşal” diye geçirdim. Kyle’ın yerinden fırladığını göz ucuyla fark edebildim. Gidip oğlanın çenesini tuttu ve sıktı.

“Sen kim olduğunu sanıyorsun!! Karşında kralın var, bu ne saygısızlı-“

   Oğlan Kyle’ın yüzüne tükürerek sözünü kesti. Kyle yüzünü hiddetle silerken gülmemek için dudağımı ısırdım. Kyle kükreyerek oğlana tokadı bastı. Oğlan yere düşerken nefesimi tuttum. Tahtımın yanına, yani bulunduğum yerin 1-2 metre uzağına düşmüştü. Kafasını kaldırdığında gözleri tekrar gözlerimi buldu.

   İlk başta gördüğüm nefret ve öfke, beni görünce yerini şaşkınlığa bıraktı. Kaşlarını çattı ve tekrar Kyle’a baktı. Yavaşça ayağa kalktı ve yumruğunu hızla Kyle’ın midesine geçirdi.

   Bu sırada muhafızlar salonun başından koşarak gelip oğlanı tuttular. Başka bir muhafız Kyle’ın kalkmasına ve tahtına geri oturmasına yardım etti.

   Tahtların orada başka bir hareketlilik görünce başımı sağa çevirdim. Babam tahtından kalkmıştı.

“Zindana götürün.” dedi. Kyle’ın yüzünü okşadı ve öfkeyle çocuğa baktı. “İdam hazırlıklarını başlatın, bu sefer bir hafta beklemeyeceğiz!!!”

İki muhafız oğlanı kollarından tutup sürüklediler.

“Hadi ama,” dedi iç sesim. “Bu kadar etkilenme. Birkaç saate ölmüş olacak.”

“Kapa çeneni!” diye karşılık verdim.

Odadan çıktım ve bahçeye giden kısa yolu kullandım. 9-10 işçi-cellat altında tekerlekler olan bir darağacını hazırlıyorlardı. Beni görünce işlerine ara verip selam verdiklerini göz ucuyla fark ettim. Çünkü o sırada gözlerimi darağacından ayıramıyordum. Gözümün önüne, gördüğüm oğlanın orada sallanır hali geldi. Darağacına arkamı döndüm ve başımı iki yana sallayarak bu görüntüyü zihnimden sildim. Ben hayatta olduğum sürece bu çocuk öldürülmeyecek. Of, ne diyorum ben. Olmaz! Hayır bunu yapamam, yapmayacağım. Asla!!

   Pekala, tek savunmam, atalarımın bir zamanlar söylediği ‘Asla asla deme’ sözü. Evet, biliyorum, ben aptalın tekiyim. Ama buna izin veremezdim.

   Zindana indiğimde nöbetçi gardiyanın uykuya dalmış olduğunu gördüm. Mel: 1, İdam: 0. Hücreleri tek tek kontrol ederek oğlanı aradım. Ve buldum. Kapıya gelmesi için elimde olan yayı demirlere hafifçe vurdum. 2-3 saniye sonra çocuk, kaşlarını kaldırarak gelmişti. Hala uyuduğundan emin olmak için gardiyana baktıktan sonra tekrar oğlana döndüm.

“Kaçmana yardım etmeye geldim.” diye fısıldadım ve bunu yaptığıma inanamayarak yüzümü buruşturdum. Tek kaşını indirdi.

“Anahtar duvardaki çivide.” dedi, bana uyup, fısıldayarak. Dikkatle anahtarı çividen çıkardım. Kapıyı açtım ve oğlanı serbest bırakmış oldum. Temkinle hücresinden çıktı.

“Bu bir tuzak mı, yoksa idam zamanı mı geldi?”

“Hayır, tanrım, hayır. Hadi, beni takip et.”

Ve koşmaya başladım. Arada bir beni izleyip izlemediğinden emin olmak için arkama bakıyordum. Peşimden geliyordu. Sonunda ormana açılan bir çıkış kapısının önünde durdum. Ama oğlan, kapıyı açmama engel oldu.

“Bu işte senin çıkarın ne?” diye sordu kaşlarını çatarak.

“Ne?”

“Kaçmama yardım ediyorsun. Bir çıkarın olmalı.”

“Çıkarım falan yok.”

“Kralın kızısın. Bu yaptığın da bir ihanet sayılır. Bir çıkarın olmalı.” Şimdi kendi kendine düşünüyordu. 

“Bir çıkarım yok, sadece birinin daha ölmesini istemiyorum. Şimdi, hemen şu lanet kapıdan çık! Yakalanmak mı istiyorsun sen?!”

“Hayır. Başka bir nedeni olmalı… Sanırım. Sonuçta bizden-benden nefret ediyor olman gerekiyor.”

“Ediyorum zaten. Hadi, çabuk o-“

“Catherine?” dedi başka bir ses. Oğlanı itmeyi bırakıp olduğum yerde kaldım. Sadece bir kişi bana böyle seslenirdi. Hızla arkamı döndüm.

“Kyle…” 

***************

Bir bölümün daha sonuna geldiiik :D Aslında ilk bölümün okunma sayısı istediğim gibi değil ama 1. bölüm pek güzel olmadığı için hemen yeni bölümü koydum. Umarım seversiniz :) Lütfen devam etmemi istiyorsanız vote'a basın, yorum yapın. Bir tuşa basarsanız ölmessiniz, merak etmeyin. (Multimedia'da 'Direnişçi Çocuk' var)

Betrayal (İhanet) ~ASKIDA~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin