The Past

120 11 7
                                    

Su tam anlamıyla buz gibiydi.

İlk başta Daniel'in ağırlığıyla suyun dibine battım. Bana bir koala gibi sımsıkı sarılmıştı. Ama ne var ki, övünmek gibi olmasın, ben çok iyi bir yüzücüyümdür. Ah, kimi kandırıyorum, kendimi akıntıya bırakmıştım. Akıntı nereye biz oraya yani.

Akıntı sayesinde hızla gidiyorduk. Birkaç kayaya yapışma tehlikesi yaşadık fakat ayaklarımla kendimi-pardon bizi kayadan uzaklaştırdım. Daniel'in kanaması fazlaydı. Kanı suda kırmızı bir tezatlık oluşturuyordu. Askerler bir süre peşimizden koştular fakat yorulup mola verdiler. Süvarilerin atları fazla taşlar yüzünden ayaklarını burktular. Hiçbiri ayak çırpmalarımın hızına yetişemedi... Yani şeyin, akıntının. Doğa Ana'ya çok şey borçluyuz. Bir süre sonra izimizi kaybettirdik. Ya da bizi gizlice izliyorlardı. Ama bu seçeneği aklıma getirmek istemiyorum... Muhafızlar yok olunca da doğal olarak rahatladım. Fakat sonra Dan kesik kesik nefesler almaya başladı. Biri rahatladım mı demişti??? Kıyıya çıkmak zorundaydık. Etrafa son bir kez bakınıp muhafızların olmadığından emin olduktan sonra karaya -sürünerek- çıktık. İkimiz de titriyorduk. Ama şu an bencillik yapma sırası değildi -yani aslında Dan'in yanımda öleceğinden korkmasam onu sallamazdım, kalksın kendi işini kendi halletsin canım- Daniel'i, onun da yardımları ve inlemeleri eşliğinde, ağaca yasladım.

"Bakalım durumuna." Ve elini omzundan çektim. Kanaması yüzünden eli ve tişörtünün omuz kısmı kıpkırmızı olmuştu. Lanet olsun beni kan tutar!! Derin nefes al Cat! Eğer yanında biri ölür ve sen bunu durdurmak için hiçbir şey yapmazsan vicdan azabı ölene kadar peşinde dolaşır.

"Tişörtünü çıkar." Kaşlarını kaldırıp dudağını alayla büktü. Ama gözlerinde acı kaybolmamıştı. Belli etmemek için çok uğraştığı belliydi.

"Saçma fanteziler peşinde değilim. Yaranın bakıma ihtiyacı var ve burada sana yardım edebilecek tek ben varım."

"Aman ne harika (!). Kesin öleceğim." dedi alayla. Tabiki dediklerini umursamadım. Bir şifacının ilk önceliği hastasının sağlığı olmalıydı, dedikleri değil.

"Oku çıkarmışsın."

Başını hafifçe salladı. Tişörtünü çıkarırken yüzünü acıyla buruşturdu. Yarayı ilk gördüğümde hafifçe öğürdüm. Buradan da anlaşılıyor ki, benden şifacı falan olmaz. Tişörtümden bir şerit yırtıp suyla ıslattım. Kanı temizledikten sonra tekrar ıslatıp omzuna sardım.

"Ben şifacı değilim. Elimden ancak bu geliyor."

"Sorun değil." Gülümsemeye çalıştı. "Daha iyi hissediyorum."

Ve bayıldı.

Hiçbiriniz bunun olacağını tahmin etmiyordunuz değil mi?? Açıkçası, ben de öyle. Oğlum madem bayılacaksın, niye iyiyim diyorsun?!

Onu yerden kaldırdım -dana gibi ya, direnişçiler nasıl böyle sağlıklı oluyor hiç anlayamadım- ve elimden geldiğince nazik bir şekilde yere yatırdım. Elimi alnına koydum. Ateşi vardı. Su yüzündendir. Bayılması gayet normal, hem yarası olan birine göre kendini fazla zorlamıştı, hem de ateşi vardı. Kan kaybından söz etmiyorum bile.

"Daha önce müdahale etmeliydin Cat!!" diye seslice kendimi azarladım.

"Ah, üzgünüm!! Muhafızlardan kaçarak ölmemekle meşguldüm."

Harika!! Şimdi de kendi kendime konuşuyorum. Bu sefer tişörtümü yırtmadım. Zaten şimdiden göbeği-açık-tişört kategorisine giriyordu. Pantolonumun sağ paçasını yırtıp suya soktum. Bu ateşini bir parça da olsa dindirirdi. Yani öyle umuyordum. Ah, niye şifacının verdiği dersleri dinlemedim ki?! Kumaşı katlayıp alnına yerleştirdim. Şimdi yapabileceğim tek şey bez ısındıkça yenilemekti. Ve beklemek. Daha önce söylemiş miydim bilmiyorum ama, ben beklemekten nefret ederim.

Betrayal (İhanet) ~ASKIDA~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin