Daha gün ağarmadan yola çıkmıştım. Bu şehir de bir dakika bile kalmaya tahammülüm kalmadığını hissediyordum.
Sabaha karşı dörtte uyandım. Eşyalarım zaten hazırdı. Arabama yerleştirip önce kahvaltı yapmak için sahil kenarında bir kafenin önünde durdurdum arabamı. Daha gün ağarmamıştı bile ama ben kafe açık sanıp önünde durmuştum. Kendi kendime gülümsedim "Baksana Bade daha şehir bile uyanmamış." diye düşünüyordum ki uzakta simit satan bir amca gördüm. Hızlı adımlarla yanına doğru yürüdüm. Yaklaştıkça burnuma sıcacık simit kokusu doluyordu. Yanına gelince gülümsedim. Önce şaşırdı sonra o da bana gülümseyerek yanıt verdi. Bir tane simit ve çayla birlikte bir banka oturdum. Bu büyük şehirde son kahvaltımdı. Sindirerek yapmalıydım. Uzun uzun karşımda duran kız kulesine baktım. Bir anda üşüdüğümü hissettim. Rüzgar artık benim yola çıkmam için esmişti resmen. Arabama binip yola koyuldum vakit kaybetmeden.
İstanbul... Hayalim olan şehirdin sen. Neler düşünerek, hayal ederek gelmiştim buraya. Şimdi ise kaçarcasına uzaklaşıyordum bu büyülü şehirden. Şu beş senedir görmediğim kadar boştu yollar. İçimden birden son kez İstanbul'la vedalaşmak geldi. Direksiyonu en sevdiğim, en çok huzur bulduğum yer doğru kırdım. Bir daha gelmemek üzere ayrıldığım bu şehirden son kez bakmalıydım geçmişime.
Kısa bir süre sonra gelmiştim. Evet İstanbul ayaklarımın altındasın artık işte. Seninle son kez buluşmamız bu. Seni mutlu, büyülü bir şehir olarak düşünerek geldim buraya. Ama senden sessiz, yorgun, üzgün, mutsuz olarak ayrılıyorum. Seninle ne kadar mutlu günlerimiz olduysa bile bunların kaç mislini, bana mutsuzluk olarak bana yaşattın inan ki hiç hatırlamıyorum. Ey İstanbul... Ben buraya tüm saflığımla gelmiştim. En güzel, en masum anlarımı aldın benden. Pişman mıydım peki? Hayır yaşadığım bir dakikadan bile pişmanlık duymadım. Sevgiyi, aşkı, aldatılmayı, mutsuzluğu seninle öğrendim ben. Seninle beraber yaşadım bu şehirde. Bana çok güzel anlar kattığın gibi hayallerimi aldın benden alıp sakladın o uçsuz bucaksız kollarına. Şimdi ise senden aldığım birkaç mutlu anımla birlikte buradan göçüyorum.
Düşüncelerden ayrıldığımda gün doğmaya başlamıştı. Daha fazla kalmak istemiyordum burada. Canım daha çok acıyordu. Gözyaşlarımı zorla geriye ittirerek arabaya bindim. Bu şehre daha fazla gözyaşımı armağan edemezdim. Arabamı çalıştırarak yola koyuldum. Radyoyu açtığımda en sevdiğim şarkı başlamıştı.
Dudağımın arasından kaçıverdi sevdan ne yapayım..
Tutamadım içimdeki yelkenleri salıverdim ne yapayım..
Daha fazla tutamadım gözyaşlarımı, izin verdim akmalarına. Artık onlarda benim gibi özgür bırakılmayı hak ediyorlardı.
Biraz kafamı toplamak, ruhumu dinlendirmek için annemlerden kalan yazlığa gidiyordum. Şuanda benim ihtiyaç duyduğum tek şey deniz havası ve onun huzuruydu.
Arada bir mola vererek yolun yarısından fazlasını gitmiştim. Ancak öğleden sonra Ayvalık'a gelebilmiştim. Arabayı evin önünde durdurduktan sonra bir müddet arabadan inemedim. Sonra tüm gücümü toplayarak kapının önüne kadar gelebildim. Kapıyı açmaya cesaretim yoktu. Bu kapıdan hiçbir zaman tek başıma girmemiştim. Birden gözyaşlarım isyan etmeye başlamıştı. Kendimi durduramıyordum. Bir yandan da kulaklarıma annemin sesi geliyordu "Hoş geldin Bade'm." Arka bahçeden koşar adımlarla yanıma beni karşılamaya gelen babamı görür gibi oldum. Boğazımda düğümlenen hıçkırıklarla biranda gerçek dünyama geri döndüm.
Onları kaybedeli bir yıl olmuştu. Acı bir trafik kazasında hayatımın en önemli iki insanı kaybetmiştim. O acıdan sonra ne Zonguldak'taki eve ne de buraya bir daha gelememiştim. Onlar olmadan evlerin düzenini bozmak istemedim. En son onlar dokunup gittiler başkalarının dokunmasını kaldıramazdım.