1

6.1K 458 163
                                    

Eğer birisine psikolog olmak istediğinizi söyleseniz, alacağınız cevap büyük ihtimalle şu olur: "Deli doktoru mu olacaksın?" veya "Ne yapacaksın elin delileriyle uğraşıp da, bırak boşver."

Çünkü bundan tam sekiz sene öncesinde, lisenin başında, sınıf öğretmenim bana o klasik soruyu yönelttiğinde psikolog olmak istediğimi söylemiştim ve henüz ismini dahi bilmediğim arkadaşlarımdan aldığım tek tepki bu olmuştu. Yani, şurada 2016 yılındaydık ve ben, bunca yıllık hayatımda yukarıda sıraladıklarım haricinde bir karşılık almamıştım. Toplumumuzun geri kafalılığından mıdır bilinmez, işin farklı bir boyutundan bakan tek bir akıllı dahi yoktu.

Bir kere işin harika bir parası vardı. Ve bu bile başlı başına psikolog olmak için yeterli bir sebepken, daha fazla düşünmeye gerek yoktu.

Her zaman için beni diğer insanlardan ayıran bir tarafım olduğunun farkındaydım. Farklı düşünürdüm, ortada dönen şeyi başka açılardan gözlemlerdim. Ya da sessiz bir tiptim mesela, ilkokuldayken -aslına bakarsanız üniversite haricinde bütün eğtim-öğretim hayatım boyunca, hep aynı döngü tekrar ediyordu çünkü- ders aralarında sınıf arkadaşlarım bahçeye koşuştururken ben sınıfta kalır ve o kısacık zamanda kitap okurdum.

Evet, yaşımı ve okuduğum kitabın en fazla kırk sayfa olabileceğini göz önünde bulundurmazsak eğer, fazlasıyla olgun bir davranıştı.

Dersime önceden çalışıp gelirdim, bu benim için çok önemli bir ayrıntıydı çünkü ders çalışmayı seviyordum, o zamanlar adının Susanne olduğunu sandığım fakat iki ay sonra asıl isminin Seungyeon olduğunu öğrendiğim sarı saçlı sınıf öğretmenimizin, saçlarımı okşayıp ne kadar da uslu ve akıllı bir çocuk olduğumu söylemesini daha da çok seviyordum. Çünkü, hadi ama, herkes en az bir kez ilkokul öğretmenine aşık olmuştur.

Liseye başladığım zaman da bu özelliğim değişmemişti. Annem ve babam da dahil herkes, aradan geçen onca zamanla beraber benim de sıkı çalışmaya bir son vermemi beklemişti fakat hiç de öyle olmamıştı. Yedi yaşımda neysem, on dört yaşımda onun iki katıydım. İlk önce sınıf birincisi olmuştum, daha sonra ise bunu okuldan sonra kütüphanede iki saatlik çalışma programımın desteğiyle okul birinciliğine yükseltmeyi başarmıştım.

Bütün bunları anlatmamla muhtemelen çalışkan, kemik gözlüklü bir tip oluşturmaya çalışan biri gibi görünüyordum ama asıl amacım o değildi. Şu ana kadar yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmadığımı dile getirmeye çalışıyordum. Okul birincisi olmaya kafayı takmıştım ve eğer gerçekten istersem başarabileceğimi bildiğimden benim için hiç de zor olmamıştı, okul birincisi olmuştum da. Psikoloji okumuştum mesela, bir keresinde ders esnasında kulağıma çalınmıştı ve daha sonrasında araştırdığımda ise ilgim artmıştı; işte o zaman psikolog olmak istediğimi anlamıştım. Ve bilin bakalım, daha sonrasında ne oldu?

Psikolog oldum. Ve eğer merak ediyorsanız da, kesinlikle pişman olduğum bir şey değildi. Bir çok yeni insanla tanışmıştım, eskisine kıyasla arkadaş çevrem üçse beş kat genişlemişti ve en önemlisi ise, kendi ayaklarım üzerinde duruyordum. Eğer Sehun'sanız, bu hayatınızın en önemli maddesi haline gelirdi.

Fakat içinde bulunduğumuz şu dakikada, tıpkı bundan yarım saat öncesinde olduğu gibi, bir şeyleri sorgulamam gerektiğini düşünüp duruyordum. Çünkü tam karşımda oturan şu kadın, oğlunun sözde 'cinsel kimliğini' bulamadığından şikayet ederken, susmadan hatta nefes dahi almadan konuşarak beni şu düşünceye itiyordu: "Acaba psikolog olmak, gerçekten de hayatımda verdiğim en iyi karar mı?"

Sorun basitti, kadının agresif bir oğlu vardı ve gecenin bir yarısında, onu tek cinsiyetlilerin uygunsuz videolarını izlerken yakalamıştı ve soluğu burada almıştı. Beklenildiği üzere, benden oğlunu 'normal' bir insana dönüştürmemi, muzu değil de, şeftaliyi sevdirmemi isteyecekti, yani en azından karşımda oturmuş ölümüne yakınırken, bir sonraki hamleyi ancak bu kadar tahmin edebiliyordum.

only lovers left alive - sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin