Bölüm 4

16 2 0
                                    


Eve gidip bavulumu hazırladım. Sırt çantama kalan test kitabımı ve bir iki romanımı koydum. "Ev İşi Yapmayı Reddetme Kutusu'ndan iki ellilik aldıktan sonra, telefonumu salona bırakıp evden çıktım. Nereye mi gidecektim? Tabi ki şehirdeki dayımın yanına. Gerçek dayım değildi Ege Dayım...annemin süt kardeşiydi. Deli gibi yaşardı hayatı. Bir resim atölyesi vardı. Üst katı ev, alt katı atölyesi...home ofis yani.

Terminalde bir taksiye atlayıp adresi söyledim. Yolculuğum yaklaşık otuz beş dakika sürdü. Taksiden inip derin bir nefes aldım. Atölyesinin lambası hala yanıyordu. Taksiye ücreti ödedikten sonra bavulumun çekçeğini sıkıca kavrayıp kapıya yöneldim. Küçüklüğümdeki gibi şifreli çaldım kapıyı. Elinde kocaman kahve fincanı ve yüzünde sıcak bir tebessümle açtı. Lacivert bandanasının altından siyah renkli rastalı saçları sarkıyordu. İnce uzun, ressam bıyıkları hala sevimliydi ve bu sever alt dudağındakı sakallarının arasından bir piercing parlıyordu. Askeri yeşil şalvar pantolonunun üzerinde beyaz t-shirti ve kırmızı ekoseli gömleğini, ayaklarındaki penguenli pandifleri tamamlıyordu. Tarzı; rockçıların serseriliği ve Korelilerin sevimliliği arasındaki arafa yakalanmış gibiydi...ama o sevimliydi.

- Birileri yine evden kaçmış gibi.

- Hiç sorma dayı ya... Ate bize geldi, bizde kalacak. Babaannemin odasını o kullanacakmış, babam dedi bunu. İnanabiliyor musun? Ya daha ben giremed...

- Evet tatlım, baban her şeyi anlattı. Telefonunu da almamışsın. Çok endişelendi. Ve şu Ate...yıllardır aşık olduğun çocuk değil miydi o?

- Onu bilerek evde bıraktım. Sadece bir haftam kaldı. YGS'ye girip öyle giderim eve...tabi iznin olursa? Ve şu Ate...artık kesinlikle benim aşık olduğum çocuk değil.

- Tabi ki kalabilirsin. Cam terası senin için hazırlamıştım. Hem çalışırken sessiz, kitap okumak için ideal ve uyurken cam tavandan yıldızları görebileceğin bir yer oldu artık.

- İnanmıyorum, dayıcığım sen biriciksin ya!

Bu harika fikri geçen sene ben dayıma söylemiştim...şey, annem yurtdışına gitmeden önce.

Zaman nasıl geçti hatırlamıyorum. Bir hafta boyunca dayımda kaldım. Sabahları erkenden kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra o resim yapmaya, bende ders çalışmaya gittim. Öğlen mola verip biraz müzikle eğlenirdik...o gitarını çalarken ben söylerdim. Sonra tekrar ders ve akşama kadar aynı tempo. Akşamları yemek yedikten sonra dışarı çıkardık. Gece yarısı eve gelince kahve hazırlar kitap okurduk. Son iki gün test kitaplarım ve romanım bitince yenisini almama izin vermemişti. Sınavın son günlerinde çalışınca, aklımdaki tüm bilgileri A-ya peri kovalarmış. A-ya peri kim mi? Bahsettiğim harikalar perisi Erin perinin kardeşi, hafıza perisi. Dayımın anlattıklarına göre; A-ya peri, ileride bizi çok zorlamayacak, iyi ve güzel bilgileri hafızamıza kaydeder, kötü, bize zarar veren ve zorlayan bilgileri kovalarmış. Bunun için ben küçükken bazen kalktığında dün geceye dair hiçbir şey hatırlatmamış. Küçüklüğümde her ne kadar bunlara inansam da, şimdi onun A-ya peri etkisi değil de sarhoşluğun yan etkisi olduğuna aklım eriyor. Son iki gün hiç çalışmamıştım. Dayımla resimler karalayıp gezmiştik. Sabah resim yapıp öğlen yemek sonrası dışarı çıkmıştık. Kendi moda zevkiyle beni tanıştırmıştı; toz pembe tütülü bir elbise almıştı. Üzerine bol, mavi bir gömlek...artık kahverengi olan saçlarımın kestirtmişti. O gün ilk defa makyaj yapmıştım; Kahve tonlarında, sisli mi bulutlu mu artık neyse o şekil far sürüp, eyelinerle gözlerimi büyültmüşlerdi, Toz pembe bir ruj sürüp makyajımı tamamlamak zorunda kalmışlardı." Neden?" derseniz durmamıştım. Ruj, parlatıcı, far anlarım da; fondöten, allık, pudra ya da astar nedir?

Her neyse. Oradan çıktık ve lunaparka gitmeye karar verdik. Akşam olmuş ve lunaparkın tüm ışıkları açılmıştı. Dönme dolaptaki o renkli ışıklar büyüleyiciydi. Her yerde farklı bir müzik çalıyordu. Hepsi birleşince büyük bir gürültü oluştursa da, siz adım attıkça başka bir müziğin etkisine giriyordunuz. Kocaman pembe bir pamuk şeker aldık ve yürümeye başladık. Dayımla birlikte, hayatımda ilk defa gondola bindim. Harikaydı. Ortadaki bir büstte; kaslı bir adam gözlerini kapatmış, bağdaç kurmuş, heykel gibi duruyordu. Başlama düdüğü çaldı ve ileri geri sallanmaya başladık. Gemi giderek hızlanıyordu. Bir ara düşmemek için demirleri tuttuğumu hatırlıyorum. Ben sıkı sıkı zorla duruyorken o adam milim kıpırdamamıştı. İlginç olan tutunduğu bir trabzan ya da bağlı olduğu bir ipin olmadığına yemin edebilirdim! Gondol keyfinden sonra atlıkarıncaya binip çocuklaşmak istedim. Küçüklük hayalimdeki gibi pembe yelesi olan Unicorn'a bindim. Çalan sirk şarkısı eşliğinde atlar yukarı aşağı hareket etmeye ve atlıkarınca dönmeye başladı. Hiç bu kadar eğlenmemiştim. Orası bir sahne gibi pırıl pırıl parlıyordu ve sadece ben vardım. Sanki hayat durmuş ve ben kutsal biriymişim gibi hissettim. Ama uzun sürmeden tur bitti. Ben Unicorn'dan indiğimde minik bir kız beni göstererek yanındaki adama "Bak baba! Harikalar perisi Erin orada, onu gördüm!" diye bağırmaya başladı. Perilere inanan tek minik kız ben değildim demek ki...

AŞIK OLAN CESUR CESUR OLAN İSE APTALDIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin