Bölüm 5: Büyük Resim

2.6K 141 82
                                    

Şafak vaktinin yaklaştığını fark ettiğimde asamı indirip dışarı çıktım. Yaklaşık bir haftadır uyumuyor, İhtiyaç Odası'nda çalışıyordum. Normal büyülerle çalışsam da asıl amacım yeni bir büyüydü. Eğer avantaj sağlamam gerekiyorsa, kendi avantajımı kendim oluşturacaktım. 

Sessizce odadan çıkıp koridorları aşarak dışarı çıktım. Yüzüme çarpan soğuk havanın etkisiyle içimde esir tuttuğumun farkında olmadığım nefesimi özgür bıraktım. Hava yavaş yavaş aydınlanıyor, bulutlara kızıl lekeler bulaşıyordu.

Ücra bir köşede kuru bulduğum yere oturup gökyüzünü seyre daldım. Uçuşan kuşlar, kızıl gökyüzü ve lekelenen masum beyaz bulutlar. Son zamanlarda ne kadar da gökyüzüne benzediğimi düşündüm. Tek farkım ben aydınlanmıyor, aksine kararıyordum. Her geçen saniye karanlığın içime işlemesine izin veriyor, adeta kendimi karanlığın kollarına bırakıyordum. Yemiyor, içmiyor, konuşmuyor ve uyumuyordum. Hazırlıklı olmak istiyordum, olabilecek her şey için.

Kaçınılmaz savaşın galibi ya da mağlubu olmayacaktı. Uğruna savaştığın şeyi koruyabildiğinde zaferini ilan ederdin. İki tarafın da koruyacağı bir şey kalmamıştı ve biz, kazanmak için savaşmayacaktık. Öldürmek için savaşacaktık. 

Gökyüzü iyiden iyiye aydınlandığında Gryffindor Ortak Salonu'na doğru yürümeye başladım. Arkadaşlarımdan oldukça uzaklaşmıştım ve onları ne kadar endişelendirdiğimi biliyordum. Daha fazla dikkat çekmemek amacıyla yatağıma yatılmış süsü verdim ve üniformamı giyip kütüphaneye gittim.

Merdivenleri çıkarken geçtiğimiz haftada Jude hakkında okuduğum paragrafları gözümün önüne getiriyordum. Karanlık Sanatlar ve İksir konusunda profesörlerle yarışabilecek kadar yetenekli olduğu yazıyordu. Karanlık Sanatlar benim için idare edilebilirdi ancak İksir, kesinlikle benim alanım değildi. 

Son zamanlarda büyüden çok iksirlere yönelmiştim. Her kütüphaneye gidişimde dikkatimi çeken bir kitabı ayırıyor ve benim için çerez sayılan derslerime girmeyip bunları okuyordum. Haftalardır kendime doğru dürüst bakmadığımdan epey halsiz düşmüştüm ve merdivenleri çıkmakta zorlanıyordum. Kütüphane cezamız da bugün bitiyordu zaten.

Kütüphaneye vardığımda sessizliğin hakimiyet kurduğunu fark etmişim. Ah, sessizlik. Kadim dostum... 

Kendi bölümüme hızlıca ilerlerken bir kitap sayfasının çevrilmesinden doğan hışırtı kulaklarıma ulaştı. Sesi daha dikkatli dinlemek için adımlarımı durdurdum ve nefesimi tuttum. Havada herhangi bir ses arayan kulaklarım başarısız olunca sesin geldiği yöne gitmeye karar verdim. Duyduğum ses saniyelikti ve yanlış hatırlamıyorsam yakından gelmişti. Tahmin ettiğim gibi yalnızca birkaç raf ileride, iki rafın ortasındaki masada biri olduğunu fark ettim. 

Kitaba öylesine dalmıştı ki, geldiğimi fark ettiğini sanmıyordum. Kısılmış mavi-gri gözleri çevreleyen kirpikler, dağınık saçlar, çatılmış kaşlar, büzülmüş dudaklar ve alında oluşan kırışıklıklarla kitabın içine girmiş gibiydi. Sandalyede arkasına yaslanmış, kitabın kapağını da masaya yaslamıştı. Orada olduğumu fark ettirmemeye çalışarak kitabın adına baktım. Uzun çabalarımın sonucu ismi okuduğumda yüzüme takılan şaşkınlık ifadesini ancak birkaç saniye sonra çıkarabilmiştim.

Durmstrang Enstitüsü. 

Zihnimin bir köşesinde esir tuttuğum o anılar gözümün önüne geldiğinde istemsizce birkaç adım geri attım. Amacım tamamen onun görebileceği alandan çıkmaktı aksine ben, neredeyse salladığım raf ile bütün dikkatini üzerime çekmesini sağlamıştım. Mavi gözleri olabileceğinin de ötesinde boş bir bakış attığında ben çoktan yüzüme ifadesizlik maskemi takmıştım.

show me how to live · dramioneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin