Vindicta.
Benliğimdeki son güç kırıntılarını da kullanarak bir kez daha fısıldadım. Varlığından artık umudumu kesmeye başladığım Tanrı'ya yalvarıyordum. Sadece bir ışık, ufacık bir ışık çıksın asanın ucundan. Bekledim, bekledim, bekledim. Belki bu bekleyiş saniyeler sürmüştü fakat üzerimde yıllardır umutsuzca bekleyen bir insan yorgunluğu vardı. Zaman kavramını çok uzun süre önce kaybetmiştim.
Aylardır pes etmeden - ya da pes etmemeye çalışarak mı demeliydim?- bu büyü üzerinde çalışıyordum. Pansy beni o odada bırakıp çıkalı neredeyse iki ay olmuştu ve ben, hâlâ aynı yerdeydim. Hiçbir gelişme, hiçbir ilerleme yoktu. Hiçbir şey. Bunu başaracağıma dair bana yol gösteren tek bir işaret bile yoktu. Elimde, hiçbir şey yoktu.
Kaybediyordum, bunu hissediyordum.
Saatlerdir durduğum pozisyon adeta gücümü emiyordu ve artık ayakta duracak ne fiziksel ne de ruhsal gücüm vardı. Asayı tuttuğum elim, ölüme teslim olan bir kadının korkutucu yavaşlığını taşırcasına bedenimin yanında sallanmaya başladı. Gözlerim bir noktayı kurban seçmiş ve o noktaya odaklanmıştı. Bomboştu, tek bir duygu yoktu. Hayır, hayır duygu vardı gözlerimde. Duygu vardı ama hissettiklerim o kadar karmaşık, o kadar farklı ve fazlaydı ki gözlerime yansıyan duygunun hangisi olacağına beynim bile karar verememişti.
Ter damlalarıyla çevrelenen yüzüme yapışan saçları geriye itme gücünü dâhi bulamadım kendimde. Kulaklarıma bir uğultu hâkimdi. Sanki bir okyanusa düşmüştüm ve kulaklarıma nüfuz eden sadece suydu. Buna rağmen o ses kulaklarıma çok net bir şekilde ulaşabildi.
Dizlerimin zeminle çarpışmasından doğan o tok ses ve ardından gelen yere damlayan terimin sesi, beynimi zonklatırcasına sızmıştı kulaklarıma.
Dizlerimin üzerine düşmekten ne kadar kaçarsam kaçayım kurtulamıyordum. Ne yaparsam yapayım, ne kadar çabalarsam çabalayayım, en sonunda dizlerimin bulduğu yer yine sert zemin oluyordu. Âcizdim, güçsüzdüm, kaybediyordum.
Hayır, hayır kaybetmiyordum. Güçsüz değildim. Âciz değildim. Kaybetmeyecektim. Artık o eski kız çocuğu değildim.
Saniyeler önce hissettiklerimi katledercesine dik bir baş ve zemini titretecek kadar sağlam bir adımla ayağa kalktım. Ne Jude'un karşısında, ne de onu alt edeceğim bu yolda bir daha düşmeyecektim. Ne kadar âciz, ne kadar güçsüz hissetsem de bedenim dimdik duracaktı. Yıkık dökük mobilyaları en iyi saklayacak şey, sağlam bir ev olurdu elbet. Yıkık dökük bir ruhu, paramparça bir zihni saklamanın en iyi yolu da sağlam bir bedendi. Ben de tam olarak bunu yapacaktım.
Yaklaşık iki ay olmuştu Pansy'nin tâlimatlarını uygulamaya başlayalı. Her yolu denemiştim, söylediği her detayı özenle gerçekleştirmiş ve tüm konsantrasyonumla geceler boyu çalıştığım zamanlar olmuştu. Buna rağmen tek bir ilerleme kaydedememiştim. Düşünmek bile istemediğim ihtimal zihnime sinsice sızmaya çalıştığında dikkatimi başka yönlere çekmeye karar vererek İhtiyaç Odası'na bir banyo için adeta yalvardım.
Odanın köşesinde küçük bir kapı belirdi ve hızlı bir şekilde oraya girdim. Düşünmemi engelleyecek kadar hızlı hareketlerle kısa bir duş aldım, koltuğun üzerine bıraktığım asamı hızlıca alarak İhtiyaç Odası'ndan çıktım.
Geride bıraktığım iki ayda sadece tek büyü üzerinde çalışmamıştım. Sözsüz ve asasız büyüler üzerinde ciddi bir ilerleme kaydetmiştim. Ayrıca Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, İksir ve Bitkibilim derslerini kaçırmamaya özen göstermiştim.
Tehlikenin ve zararın nereden geleceğini bilmeme durumu beni Bitkibilim ve İksir'e itmişti son zamanlarda. Olası bir sağlık sorunuyla karşılaştığımda çaresiz bir şekilde ne yapacağımı düşünmek istemiyordum. Bu yüzden hem İksir, hem de Bitkibilim'de geniş bilgi edinmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
show me how to live · dramione
FanficGözlerini gözlerime sabitlediğinde konuşmama devam etmemi istiyor gibiydi. "Savaş çıkacak. Savaşacağız. Lanet olsun ki aynı taraftarız o yüzden bana yardım edeceksin. Kötü biri olmak zorundayım. Ne yazık ki en yakınımda sen varsın." · Bu kitap @rave...