Üzerimdeki örtünün ağırlığı vücuduma fazla gelirken gözlerimi kırpıştırdım fakat açmadım. Bir süre kapalı gözlerimin ardındaki karanlığı izledim. Bu karanlık ruhumun yansıması mıydı yoksa zihnimin mi?
Gözlerimi kırpırpıştırarak araladım. Gözlerime takılan ilk şey İhtiyaç Odası'nın yüksek tavanıydı. Elimin tersini alnıma koydum ve bir süre sakin nefeslerle tavanı izledim. Zihnim açılmaya başladığında ve nefeslerim dinginleştiğinde bir başka nefes sesi daha olduğunu fark ettim. Kafamı hızla çevirip etrafı taradığımda yattığım koltuğun çaprazındaki tekli koltukta gördüm onu.
Yattığım yerde hafifçe doğrulup onu daha iyi görebilmek adına biraz yan döndüm. Yattığım doğrultu baz alındığında o biraz arka çaprazımda kalıyordu. Kollarını vücuduna dolamıştı, koltuğa hafifçe yayılmıştı ve tek bacağını sallıyordu. Gözlerimin içine bakıyor, tek bir şey söylemiyordu. Gözlerinde öfke yoktu. Bana bakarken hiç olmadığı kadar berraktı mavi gözleri. Öyle derin bakıyordu ki ruhumun çırılçıplak kaldığını hissettim. İlk başlarda bu beni çekindirse de ruhumun derinliklerine aslında erişemiyor olması beni rahatlattı ve ben de ona bakmaya başladım.
Mavi gözlerindeki her bir gri yarığın ziyaretine gittim. Bir şehrin en ıssız sokaklarıymışçasına her bir sokak taşını okşadım, her bir santimini ezberledim. O sokak taşlarının arasındaki boşluktan daha da derine sızmaya çalıştım. Belki ruhuna ulaşırım diye düşündüm ama sokak taşları arasındaki boşluklar çok küçüktü ve benim bedenim o boşluklar için çok büyüktü.
Belki de o boşluklardan sızabilmem için bedenimden arınmalı ve sadece ruhumla kalmalıydım. Ben olarak. Tüm fazlalıklardan arınmış, tüm yalanlardan sıyrılmış, baştan aşağı ben olarak.
Bu aynı zamanda onun da benim ruhuma sızması demekti ve ben bunu göze alamazdım.
Bu düşünce beni kendime getirdiğinde gözlerimi kapattım ve birkaç saniye sakinleşmeyi bekledim. Boğazımı hafifçe temizledim ve üzerimdeki örtünün desenini incelerken gözlerine bakmak için cesaret topladım.
"Neden buradasın?" dedim sakin ama çatallı sesimle.
"Kâbus görüp tekrar kriz geçirme ihtimalin vardı," dedi kısık sesiyle. Sesi güçsüz gibiydi. Bakışların üzerimden çekmedi. Neydi bu bakışların sebebi? Ondan ne kadar aşağı olduğumu gördükçe kendini tatmin falan mı ediyordu? "Bu yüzden uyanana kadar bekledim, kendine zarar verme diye."
Bakışları boynuma kaydı, kaşlarını çatarak boynumu incelemeye başladı. Bakışlarıyla ellerimi refleks olarak boynuma götürdüm. Parmaklarımın tenime değmesiyle kendi tırnaklarımla açtığım yarıkları hissettim. Öyle bir tırnaklamıştım ki yüzümü, boynumu, dokunduğumda o çizikleri rahatlıkla hissedebiliyordum. Genel olarak boynumda ve kulağımın çevresinde vardı.
Çatılan kaşlarıyla beni izlemeye devam ediyordu. Gözleri boynumda geziniyor, kulağımın çevresindeki izleri inceliyordu. Bakışları hâlâ boynumda olan elime kaydığında kaşları daha da çatıldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan oturduğu yerden kalktı. Oturduğum koltuğa yaklaştı ve bacaklarımın boş bıraktığı kısma oturdu. Elimi elinin içine aldı ve elimdeki kurumuş kan lekelerini o an fark ettim. Bu kan elime mi aitti yoksa boynumdaki çiziklere mi, bilmiyordum. O da anlayamamış olacak ki elimi evirip çeviriyor, bir yara olup olmadığına bakıyordu. Parmaklarını elimde gezdiriyordu ve parmaklarında bir pürüzlük hissettiğinde durdu. Ufak bir kesikti. Etrafıma bakındım. Etrafı dağıtmıştım, doğru düzgün hatırlamıyordum bile. Bir şeyler fırlatmışım görünüşe göre, gelişigüzel elime aldığım bir cisim kesmiş olmalıydı.
"Derin değil," dedi dikkatle yarayı incelerken. Etrafındaki kurumuş kandan dolayı yarayı pek seçemiyordu. Bunu yapmasına gerek yoktu. Bunu yapmasına ihtiyacım yoktu. Kim bilir nasıl zorluyordu kendini bana dayanmak için. Elimi elinin içinden yavaşça çektim. "Önemli bir şey değil," dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
show me how to live · dramione
Fiksi PenggemarGözlerini gözlerime sabitlediğinde konuşmama devam etmemi istiyor gibiydi. "Savaş çıkacak. Savaşacağız. Lanet olsun ki aynı taraftarız o yüzden bana yardım edeceksin. Kötü biri olmak zorundayım. Ne yazık ki en yakınımda sen varsın." · Bu kitap @rave...