Kırmızı Elmam

85 13 8
                                    

Arkadaşlar rica etsem okuduktan sonra vote'lar mısınız? Ben yorumlarınıza çok değer veriyorum. Lütfen yorum da yazarsanız sevinirim. Şimdiden teşekkürler :))))

Artık kendi başıma okula gitmeye ve akşama kadar okulda kalmaya alışmıştım. Akşamları da iş dönüşü babam Ford Otosan marka arabasıyla beni alıp eve götürüyordu. Bu babamın gıdım gıdım giderlerden arttırarak biriktirdiği ve evlenme cüzdanında sakladığı parayla aldığı ilk pikap model arabamızdı. Bizim mahalle ile okulun bulunduğu mahalle arası çok uzak olduğu için, benim mahallemde oturan diğer çocuklarda arabanın kasasına atlar ve bizim sokağa gelirlerdi. Sonra herkes kendi evine dağılırdı. Biraz daha büyüdükten sonra dönüşleri de yürümek zorunda kalmıştım tabii.

******************

Bir sabah yine her sabah gibi sıraya dizilmiş andımızın okunmasını ve sonrasında da içeri girmeyi bekliyorduk. Öncelikle çoğu gözü açık ve popüler öğrencinin amacıydı andımızı okutanlardan biri olabilmek. Andımız genelde iki veya üç öğrenci tarafından okutulurdu. Ben çekingenliğimden ve ya hatalı okursam korkusuyla asla bu işe talip olmadım. Ama ilk sene boyunca istisnasız her sabah Özge'nin okuduğu andımızı arkasından tekrar etmek zorunda kaldım. Yine öyle bir sabahtaydım işte hatırladığım kadarıyla ve bu sefer ilk sırayı da kapabilmiştim üstelik. Hemen önüm sıra Özge akan sümükleriyle bana bakıp gülüyordu ve "Makarnalarım akıyor görüyor musun?" demişti. Çok iğrenç. Gerçekten de renginin sarı oluşu ve spagettiye benzer şeklinden ötürü sümüklerine makarna diyormuş meğerse. Annesi de ( diğer sınıfın öğretmeni) burnunu silerken " Ay canım kızım makarnaların mı aktı senin?" deyip te burnunu siliyordu.

"Allah'ım böyle annem olmasından ve böyle bir çocuk olmaktan sana sığınırım!"

Günler geçiyordu ve her geçen gün okul öncesi eğitimi alan öğrencilerle aramdaki farkı kapatıyordum. Öğretmenim ve ailem bu hızıma şaşırıyor ve beklentinin üzerinde performans göstermemden dolayı kesinlikle erken okula başlatarak yerinde bir karar verdiklerini düşünüyorlardı. Artık bütün alfabeyi öğrenmiştik ve bütün fişleri bitirmiştik. İkinci dönemdi ve kitaptan pasajlar okumaya daha zor ödevler yapmaya başlamıştık. Benimle yaşıt olanlar bilir. Her 1.sınıfta not panolarında öğretmen tarafından özenle çizilen büyük bir elma ağacı olurdu. Dallarında içi boyanmamış sadece çizgilerle belirtilmiş elmalar olurdu. Her elmanın içinde bir öğrencinin adı olur ve yılsonuna kadar olan okuma başarısını bu elmadan anlardık.

"Çalışan kazanır. Elması kızarır."

Daha hızlı, duraksamadan ve güzel okuyan öğrenciler öğretmenin verdiği kırmızı kalemle elmaların içini izin verdiği ölçüde boyardı. Benim sınıfımda da en kırmızı iki elmadan biri bana aitti; öbürü de Selma'nın. Selma annesini erken yaşta kaybetmiş ve üvey annesi olan, mavi gözlü, uzun siyah kıvırcık saçlı, çok zeki olmayan ama çok çalışan bir kızdı. Babadan yana da bana göre bir avantajı vardı. O da babasının lise mezunu olması ve derslerine çok yardım etmesiydi. Benim annem de babam da ilkokul mezunuydu. Babam işlerinin yoğunluğundan annemde kardeşlerimle ilgilendiğinden bana yardımcı olamazdı. Okuma ve yazma başta olmak üzere hayatımda ailemde maddi destek dışında bir destek göremedim. Benim benden büyük ve derslerimde yardımcı olacak biri hiç olmadı. Çünkü ailemdeki bütün büyükler en fazla ilkokul mezunuydu. Her işi tek başına öğrenmek, destek olmadan ve kendinden daha donanımlı ve yaşça büyük sınıf arkadaşlarıyla yarışmak... Çok yorucuydu. Peki, ben bu kırmızı elmaya sahipken Özge ne yapıyordu? Elmasının yarısını ancak kızartabilmişti ve zaten sene sonunda da annesinin tayiniyle başka şehre gitmişti. Artık motivasyonumu bozan kimse yoktu. Ama bu sorunsuz bir ilkokul hayatım olduğu anlamına gelmezdi ve gelmedi de zaten. O yıllar bugün de olduğu gibi ülkenin güneydoğusunda büyük bir kaos, güvenliksiz ortama neden olan terörizmin tavan yaptığı yıllardı. Öğretmenler, sağlık çalışanları, polisler ve askerler öldürülüyordu, şehit ediliyordu. Kimse çocuğunu okula gönderemez olmuştu. Hayatta kalmak isteyenler batıya göç etmeye başlamıştı. Bizim sınıfa da böyle beş kişi gelmişti. Esasta bu öğrenciler 11-12 yaşındaydı ama terör yüzünden okula gitmediklerinden okuma yazma dahi bilmiyorlardı. Hatta bazıları Türkçe konuşamıyordu. Benimle aralarında neredeyse 5-6 yaş fark vardı. Şehir hayatı ve okul kültürüne alışmaları zaman aldı. Onları suçlamıyorum ama biraz çekinmiştim benden büyük oldukları için ve bu durum benim daha da içe kapanıp sessizleşmeme neden oldu. Fakat derslerdeki başarılarıma olumsuz bir etkisi olmadı.

**************

En çok hatırladığım ve hatırladığımda beni tebessüm ettiren ilkokul anımı ise 3.sınıfta yaşamıştım. Aslına bakılırsa ben 3.sınıftan sonra epey bilgi öğrendiğimi iddia edip okulu bırakmak istemiştim. Sonra zorunlu eğitimin 5 yıl olduğunu öğrenince durumu kabullenip 5.sınıftan sonra artık okumamaya karar vermiştim. İşte böyle saf düşüncelere sahip olduğum zamanlardı ilk hoşlandığım çocukla karşılaştığımda. Ali Tayyar Köseoğlu. Allah'ım kim küçücük ve bu kadar şirin bir çocuğa bu ismi takabilir? Ali, babası öğretmen olan ve Diyarbakır'dan şehrimize tayini çıkan bir öğrenciydi. Yaşıtlarına göre uzun boylu, zayıf, kumral, kahverengi gözleri ve beyaz düzgün sıralı dişleriyle güzel gülüşü olan bir çocuktu. Sınıfa gelen her yeni kız ya da oğlanın kadraja alınması ve yakın takipte bulunulması adettendir. Ama ben her zamanki çekingen tavrımla ve özgüvensizliğimden uzak durmuştum ondan. Hatta her seferinde ondan daha da uzaklaşmak için üstün bir çaba sarf etmiştim. Ama o gün gözlerimi alamamıştım ondan. Müzik dersiydi ve klasik bir ilkokul müzik dersinden not verme yöntemi olan tahtaya çıkıp şarkı söyleyene 5 işlemi uygulanmaktaydı. Ali de çıkıp bir şarkı söyledi. Yok artık denilecek cinsten. O zaman şarkı sözlerinin anlamını bilmediğimizden el çırpıp şarkıya onunla eşlik ettik. Şarkı Gökhan Tepe'nin çıkış parçası olan "Bayıldım" idi. Tıpkı Gökhan'ın klibinde giydiği gibi mavi kot pantolon ve beyaz gömlek giymişti. Şarkı sözlerinin şu kısmını söylerken ki halini gözümün önüne getirdiğimde bu şaşkından nasıl hoşlandığımı sorgulayıp duruyorum:

" Pantalonunu sevdim

Çıkar onu bebeğim

Hadi gel bize gidelim

Gömleğini çok sevdim

Çöz onu meleğim

Hadi gel bize gidelim".

Üçüncü sınıfın bana kattığı en önemli değerde yeni sıra arkadaşım Azra'ydı. Çok tatlı ve 'r' harfini 'ğ' gibi çıkaran bir kızdı. Zeki ama çalışmayan, daha çok haylazlıkla uğraşan bir öğrenciydi. Biraz olsun bana da çekingenliğimi atmamda yardımcı olmuştu ama hala tam anlamıyla geçmiş sayılmazdı. En sevdiğimiz ders matematikti ve sözlü notundan 5 almak için az yarışmadık. Havuz, işçi, yaş problemleri çerez gibiydi bizim için. Keşke her ders matematik olsaydı. Beni hiçbir zaman geçemedi ama benden sonraki en başarılı kişi oldu hep. Öğretmende bunu anlamış olmalı ki bir keresinde aynı soruyu çözmemizi istedi fakat ayrı ayrı oturttu. Ben çözüp en erken götüren kişi oldum yine ama Azra yapamadı. Bu olay yine de 9 yıl sürecek arkadaşlığımıza gölge düşüremedi, ta ki lise sona gelinceye kadar.

***********

O sene içinde Ali ile yaşadığım ikinci özel an ise okul dışında hiç ummadığım bir anda yaşamıştım. Bir cumartesi günü iki sokak arkamızda oturan amcamın evine oturmaya gitmiştik. Burası giriş katında, küçük, ışık almayan kasvetli bir evdi. Her çocuğun ruhunu daraltmakta eşi benzeri olmayan bir evdi. Annemden dışarı çıkıp oyun oynamak için izin aldım ve sokağa çıktım. O da ne? Ali mi şuradaki çocuk? Ben yine utanmıştım ve başımı yere eğip taşlarla oynamaya başladım, içimden "umarım beni görmemiştir" diyerek. Birden ayaklarım onun ayakkabılarını gördü ve karşımda dikiliyordu işte. Bütün içtenliği ve şirinliğiyle gülümsedi. Beni gördüğüne sevindiğini söyleyip burada oturduğunu söyledi. Ben nasıl olurda bunca zaman hiç görmemiştim onu buralarda. Neyse nasip bu zamanaymış. Annem "Eve gidiyoruz." diyene kadar onunla top oynadık, konuştuk ve o güne kadar hiç yapmadığım kadar çok gülmüştüm. Sonrasında ne olmuştu çok hatırlamıyorum. Bundan sonrası yok. Demek ki okulda yine birbirimizi görmezden geldik. Sanırım o gün sadece canı sıkıldığı ve oynayacak başka tanıdık kimse olmadığı için beni tercih etmişti. Ne kadar acıydı bunu fark edebilmek. Bunu anlayamayacak kadar saf olmayı diledim bir an. Sadece bir yıl bizimle okumuştu Ali ve sonraki sene tayini çıkmıştı babasının Bolu'ya. Okulun son günü babasının başka bir şehre gideceğini ve tayinini isteyeceğini söylemişti. Ben bunu ağzından duymamıştım tabi. Benimle direkt konuşmadığı için Azra'dan duymuştum. Çok üzülmüştüm. Başlamadan her şey bitmişti işte. Keşke biraz cesur olabilseydim demiştim. Eğer geleceğimi görebilseydim kendimi bu kadar yıpratmazdım. Çünkü bu onu son görüşüm değildi.

Buraya kadar genelde kendimi iyi hissettiğim ve beni gülümseten hatıralarım vardı. O zaman biraz daha ilerlemeliydi ve burada vakit kaybetmemeliydim. Sırada dördüncü ile beşinci sınıfım ve öğretmenimin değişmesiyle yaşamış olduğum travmalar var.

Şimdi VazgeçemezsinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin