Bu yaz tatili bazı yeni kurallar ve yasaklarla başlamıştı. Özellikle amcalarım ve anneme göre biraz daha kapalı giyinme vaktim gelmişti (Babam bu konuda onlara nazaran daha hoşgörülüydü). Artık şort ve tişört giymem yasaktı. Uzun etek öncelikli tercih sebebiydi. Ne olduğunu bile anlayamadan annem başlamıştı çoktan dolabımdaki kıyafet tarzını değiştirmeye. Şimdiki giyindiklerim hiç güzel görünmüyordu. İçime sinmiyordu. Sokaktaki kızlardan farklı görünüyordum. Hâlbuki her zaman en moda en güzel kıyafetleri giyen bendim. Şimdiki zamanla kıyaslarsak muhafazakâr giyim seçenekleriyle o zaman hiçbir seçenek yoktu. Sadece yaşlılara göre bazı elbise ve pardösüler vardı. İyi de ben küçücük üstelik pek sıska bir kızdım. Bana göre uygun kıyafet gittikçe zorlaşmıştı. Tam o zamanlarda annemin aklına parlak bir fikir gelmişti. Bana etek gömlek takım diktirmek. Bunun için mahallemizin terzisi ve iki sokak arkamızdaki Nebahat Yengeye gittik. Kendisi tesettürlü bayanlara çarşaf ve pardösü dikerdi. Ayrıca duyumlarıma göre önceden İslam'ın kurallarına göre uygun yaşamazmış ama şimdinin sofularındanmış. Neyse herkesin inanışı kendine. Annem bir yandan kumaş bakarken, öte yandan da terziye modeli anlattı. Kadın tutturdu ben bu modeli dikmem, günahtır diye. Annemin söylediği modele göre diz altı kloş bir etek, üstüne de karpuz kol bir gömlek. Uzun süre dil dökmeden sonra bizim dediğimizi kabul etmek zorunda kaldı dedik ki meğer bize öyle gelmiş.
Bir hafta sonra kıyafetlerimi almaya gittiğimde tam anlamıyla şok geçirdim. Gömlek el bileğimden yukarı, fakir kol dediklerinden ve etekte yerlere kadardı. Annem de kızdı ama yapacak bir şey yoktu; kadını öldürsen düzeltmezdi hatasını. Ama Nebahat Yengeye sinir olmam sırf bu olay yüzünden değildi. Kim bilir bu kadın kaç genç kızın hayatının kararmasına neden oldu. İlkokulu bitiren her kızın annesine sohbet verir ve okula kızlarını artık göndermemesini öğütlerdi. Kızlar ön sırada otururken erkekler neler dermiş arkalarından, terbiyesizce konuşurlarmış, kızlar edepsiz kızlara özenirmiş, yok efendim lisenin tuvaletleri tıkanmışmış ve nedeni de bebek düşüren kızlarmış. Ruh hastalığından başka şekilde açıklanamayacak pek çok farazi konu. Bunları duyan ve evhamlı annelerin çoğu kızlarını okutmadı. Okutanlar da ortaokul sonrası evlendirdiler kızlarını. Annemin de aklını bu şekilde zehirlemişti. Zaten zor olan hayatımı iyice çekilmez hale getirmişti. Gerçi şimdilerde duyuyoruz torunları rahatça okuyup, rahat giyinip, makyaj yapıp okula gidiyorlarmış. Onlara gelince ise sizce de yakışmıyor mu diyormuş. İki dünyada da ahını aldığın kızların yüzünden gülememen dileğiyle...
**********************
Birisi o zamana kadar çıkıp ta "gün gelecek ve sen yaz tatili bitsin diye dua edeceksin." Dese güler geçerdim. Ama bu tatil kesinlikle öyle geçmişti benim için. Artık sokakta erkek arkadaşlarımla yakan top, yedi kule ya da tombili biliş oynayamıyordum.
Ertesi gün okul için hazırlıklara başladım. Annem ortaokul formamı ütülüyordu. "Vay be!" dedim. Ben bu kadar büyüdüm mü şimdi? Meğer hiç büyümemişim şimdiye kıyasla. Nerden bilebilirdim?
Aceleyle yaptım kahvaltımı ve ilk gün diye babam bıraktı okula beni ve Yavuz'u, o da birinci sınıfa başlamıştı o senesi. Yavuz'a yardımcı oldum ve okul kurallarını anlatıp sınıfının yerini buldum. Çıkışta beni bayrak direğinin yanında beklemesini tembihleyerek kendi sırama geçtim. Azra ile hasretle kucaklaştık. Bu senede aynı sırada oturmak için sözleştik. Sıra arkadaşı seçmek meşakkatli bir işti sonuçta. Andımız okunduktan sonra sınıflara girdik. Sonunda okulun ikinci katına çıkarak kıdem atlamıştık.
Dersler başlayınca biraz garip oldum. Her ders ayrı ve her derse ayrı bir öğretmen geliyor. Hepsine alışmak vakit alacağa benziyordu. Mesela, Türkçe öğretmeni Gökhan, çok sevimsiz göründü bana, sanırım ben de ona. Üç yıl süren bir düşmanlıktı bizimkisi. Sanırım onunla ilgili anlatacak çok anım var ve hepsi de can sıkıcı cinsten.
**************
Okulun bu yılki üçüncü günüydü, ilk dersti ve ders matematikti. Ben ve Azra öğretmen masası hizasında en öndeki sırada oturmaktaydık (bu favori sıramdı). Öğretmenle tanışma merasimi bitmişti ki kapı çalındı. İçeriye müdür yardımcısı, bir kadın ve oğlu olduğu anlaşılan forması üzerinde olan bir çocuk. Aklım önce müdür yardımcısının çocuk hakkında söylediklerine takıldı ve sonra gözlerimi çocuğun üstünde gezdirince tanıdım aslında bahsi geçen çocuğu. Sarsıldım, heyecanlandım, inanamadım, bu gerçek miydi? Azra'yı kolundan tutup çekiştirdim ve kulağına eğildim:
- Azra çocuğu tanıdın mı?
- Yok tanıyamadım. Kim ki bu?
- Hatırlasana bizim sınıfta biri vardı ilkokul üçte. Hani ismi uzun olan.
- Aaa evet hatırladım ama o bu mu ki?
- Evet, kesinlikle bu.
- Adı neydi bunun? (Bal gibi biliyordum adını ama ona karşı hislerimi anlarsa Azra diye çok korktum ve bilmiyorum demek zorunda kaldım).
*****************
- Adın ne senin evladım?
- Ali Tayyar Köseoğlu öğretmenim.
- Neden özellikle bu sınıfa gelmek istedin?
- Çünkü daha öncede bu sınıfta okumuştum. Üçüncü sınıfta. Bu sınıfta arkadaşlarım var.
- Nereden geldiniz?
- Bolu'dan.
- Neden?
- Bolu'da deprem oldu ve evimiz yıkıldı. Annem orada yaşamaktan korktuğu için, babam tayinini buraya aldırdı.
- Anladım. Geç nereye oturmak istiyorsan otur.
Ali Serdar'ın yanına gidip oturdu ve sohbete başladılar.
**************
Bundan sonraki günler birbirinin benzeriydi. Aslında onun geri gelişi mutluluğum olacak diye düşünürken o git gide benim mutsuzluğum olmaya başlamıştı. Her yeni gelenin dikkati üzerine çektiği gibi o da tüm dikkatleri üstüne çekmişti. Kızlar teneffüs zilinin çalmasını zor bekliyordu onunla konuşmak için. Üstelik bunların üçü tüm okulda bütün erkeklerin hoşlandığı kızlardı. Güzel ve havalılardı: Gözde, Melek ve en yakın arkadaşım Azra. Yani zaten olmayan şansım tamamen imkânsıza dönüşmüştü. Bir mucize olurdu belki, kim bilebilir ki? Hadi oradan. Sadece kendimi kandırıyordum. Bir keresinde gördüğüm manzara beni tamamen yıktı ve Ali'ye olan ilgimi tamamen bitirdi. Belki de bu iyi bir şeydi. Ama şuan bile o anı gözümde canlandırdığımda hissettiğim acı ve aldatılmışlık, haksızlığa uğramış duyguları aynı. Bu sanırım bende hem özgüven eksikliğine hem de en yakın arkadaşımdan bile şüphe duymama neden olmuştu. Basit bir şişe çevirme oyunu. Doğruyu söyleme sırası Ali'deydi. Serdar sordu soruyu: "Sınıfta hoşlandığın biri var mı, varsa kim?"
- Evet, var. Ama ismini söylemek istemiyorum.
Oyunda ben dâhil bütün kızlarda bir heyecan oluştu. Herkes "kim, kim, kim?" diye sormaya başladı. Şimdi de Serdar yeni bir oyun bulmuştu. Hadi bu kız kim, tahmin edelim diye. Herkese kendi fikrini sormaya başladılar sınıfta. "Ali sınıftan bir kızdan hoşlanıyor sizce kim?" diye. Bana sorulduğunda ümitsiz ben de çoğunluk gibi Melek'tir dedim. Melek popüler, sevimli, muhteşem gülüşü olan, beyaz tenli ve siyah küt saçları olan bir kızdı. Genelde sınıftaki herkes ondan hoşlandığı için bunun zevki de öyledir diye düşünmüştüm. Serdar'a göre oyunun sonuna gelinmişti ve Ali'den gerçeği açıklamasını istedi. Sınıfa göre o kız Melek'ti. Ali durdu, durdu ve sırıtarak konuştu:
- Benim hoşlandığım kız Melek değil. O kızın adı Azra.
Sınıftaki herkes şaşırdı ama kimse benim kadar şaşıramazdı. Bir an durdu sanki aklım. Bir şey düşünemedim. Şimdiki deyişle error verdim. Sonra kendimi toparladım ve Azra'ya baktım. Evet, o da Ali'ye gülümsüyor ve halinden pek memnun görünüyordu. Bu kız benim en yakın arkadaşımdı ve bu çocukta hoşlandığım ilk kişiydi. Darmaduman ben. Ama yeter artık demenin vaktiydi. Belki zor oldu ama iyi ki de oldu. Daha fazla eziklenerek geçirecek vaktim yoktu. Şimdi aslında hiç alışık olmadığım gönül meselesine nokta koyup derslere yoğunlaşmalıydım. Elbette bunu her gün o ikisini samimi bir şekilde görerek yapmak gerçekten zordu. İyi de bu yıl hiç mi güzel bir şey olmamıştı hayatımda? Neredeyse unutuyordum. Tabii ya...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şimdi Vazgeçemezsin
JugendliteraturBu kitap diğer kitaplardan oldukça farklı. Bütün genç kızların kendisinden bir parça bulacağı ve önündeki uzun hayatı şekillendirmekte işine yarayacağı bilgileri barındıran enfes bir kaynak. Kitap sizi şu an 26 yaşında olan genç bir kadının hayat se...