Çok garip değil mi hem eski hem de hala bize aitmiş gibi 'sevgilim' diyoruz. Oysa ki en ufak bir aidiyetleri bile kalmamıştır. Alışkanlıktan ötürü böyle sanırım ya da bizim hiç bitmeyen şu umutlarımız yüzünden. Ne dersiniz?
Az önce topladığım yorgan, yastığı koltuğun bir köşesine bırakıp, bende hemen yanı başlarına yerleşiyorum. Uyandığımdan beri kendimde değilim. Gördüğüm rüyanın etkisinden bir türlü çıkamıyorum. Aslında bu rüyanın bir anlamı olmadığına eminim. Çünkü yaşadığım şeyden azıcık bile etkilensem hemen gecesine rüyamda başrolde olur. Yine öyle olduğuna eminim. Yoksa ne diye elin adamını rüyamda göreyim değil mi? Üstelik birde Efe de var. Biz ikimiz yan yana, Efe ise karşıdan bizi izliyor. Komik değil mi? Bitmiş kapanmış bir defter, açılmamış ve açılma ihtimali olmayan bir defter. Hayal gücüme şaşıyorum bazen.
Yapmam gereken işlerin aklıma gelmesiyle oturduğum yerden kalkıyorum. İki gün sonra Nur ile beraber şu nefretlik okul gezisine gideceğiz. Gerçi bana göre hava hoş, İstanbul'u görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Biraz hava değişimi iyi olur bence. Ama tabi bizim kız hiç istemiyor. Haklı bir bakıma da. Ne zamandır bu tatili bekliyordu. Öyle çok yorulmuştu ki. Neyse ki gezinin hemen peşine izin koparabilmişti yönetimden.
Elimdekileri Nur'un odasındaki dolaba yerleştirdikten sonra ortalıkta duran birkaç kıyafeti de katlayıp yerine koydum. Camı hafif aralayıp odadan çıktım. Mutfağa gidip ısınması için su koydum. Ardından dolabı açıp hızlıca yiyebileceğim kahvaltılık bir şeyler hazırladım. Saat dokuza geliyordu. Hakan ile dokuz buçukta beni alması için sözleşmiştik.
Sahi ben size olanları anlatmadım değil mi?
Aniden kalkıp gittiği gecenin hemen ardından üst üste birkaç gün sürekli beraberdir. Kah Nur'un bir işi için kah Tunç'u yalnız bırakmamak için bizdeydi. Tabi bu gelgitler arasında bizde birkaç sefer kendimizi koyu muhabbetlerin ortasında bulduk. İtiraf etmek gerekirse tam o bahsedilen beyaz atlı prens. Çok bilgili, çok zeki, elinden her iş geliyor bir yanı yiğit Anadolu delikanlısı bir yanı parka gitmek için tutturan beş yaşında çocuk. Dünya yakışıklı olmasa da kendi çapınca bir çekiciliği var. Allah sahibine bağışlasın, altın gibi de kalbi var.
Tabi şimdi diyeceksiniz sen ne kadar konuştun da bu adamla bu kadar eminsin iyi olduğuna. Haklısınız da. Ama bazı insanlar olur ya gözlerinin içine baktığınızda ne var ne yok ortada olur Hakan da öyle insanlardan. Hiç gizlemiyor kendisini. Hele eksik yanlarını ortaya koymakta üstüne yok. Başkasına izin vermeden kendi ne var ne yoksa ortaya döküyor ki canını yakmak için kimsenin elinde bir sebebi olmasın. İyi yanlarında ise pek bir mütevazı.
Bazen bakışlarını yakalıyorum, nasıl tarif edilir bilinmez çok sıcak, çok tanıdık. Kavurucu bir sıcakta esen hafif meltem gibi. Ama an geliyor kutupta buluyorum kendimi.
Nur'un bu bakışlara yorumu çok keskin, derin bir aşk! Bense var gücümle bu tahmine karşıyım. Adamla tanıştığımız günden beri kurduğum her üç kelimeden beşi Efe iken aşkta nesi? Bizim kızın tahminleri ne zaman doğru çıktı ki zaten? Tunç ile de bir aya ayrılırız dedi bakın evlenmelerine beş var resmen!
Aniden çalan kapı ile ağzıma attığım zeytin boğazıma kaçıyor. Bir yandan öksürmeye çalışırken bir yandan da kapıya ilerlemeye çalışıyorum. Kapının koluna asıldığım anda güçlü bir şekilde öksürüyorum ve zeytin pat diye ağzımdan çıkıp Hakan'ın üzerine fırlıyor.
Hem boğazımdaki kötü boğulmuşluk hissinden ötürü öksürüyor hem de yer yarılsa da dibine girsem diye dua ediyorum.
"Hasret! İyi misin?"
Dolan gözlerim ve ardı arkadaşı kesilmeyen öksürüklerim onu telaşlandırmış olacak ki beni tuttuğu gibi birkaç adım ötedeki mutfağa götürüp sandalyeye oturtturuyor. Alelacele bir su doldurup içmem için yardım ediyor.
Öksürüklerim neredeyse hiçe kadar inse de onun gözlerindeki telaş geçmiyor. Tekrar tekrar iyi olup olmadığımı soruyor.
"İyiyim, gerçekten. Diyorum ya aniden kapı çalınca boğazıma kaçtı. Geçti şimdi."
"Hay benim eşek kafam. Ne diye pat diye geliyorum ki? Keşke arasaydım."
Hah bahsetmeyi unuttuğum bir özelliği de bu. Kıyamet kopsa onunda suçunu kendi üzerine alacak. Olacağı varmış olmuş diyorum ama dinleyen mi var?
"Delirme canım! Benim aceleciliğim. Geç otur Allah aşkına iyiyim ben. Çay içer misin?"
"Yok, zahmet etme."
"Ne zahmeti canım, alt tarafı suyun içine bir poşet atacağım."
Hızlıca kalkıp raftan bir kupada Hakan için alırken yüzündeki sevimsiz ifadeyi kaçırıyorum. Çayı hiç sevmediğini ise çok uzun zaman sonra öğreneceğim. Hem de çook..
**
"Okulun önündeyim , yârim!"
"Az sonra çıkıyorum canım."
Ah şu adamın "yârim" deyişi yok mu? Eriyorum resmen. Saat öğlene gelmek üzereydi ve her gün olduğu gibi Tunç bu günde kaçırmamıştı bir saatlik arayı. Tanıştığımız günden beri çok önemli bir mesele olmadığı sürece köşedeki pastaneden iki simit iki poğaça alır, okulun önünde beni beklerdi. Bende küçük sayılabilecek termosumuza öğretmenler odasındaki ısıtıcıdan su koyar, ayak üstü poşet çaylar ile çay yapardım.
Termosun ağzını kapatıp, çantamı aldım. Odadaki birkaç arkadaşıma dışarıdan istekleri olup olmadığını sorduktan sonra neredeyse koşar adımlarla sevdiğimin yanına yürümeye başladım. Çok geçmeden yanına gelmiştim bile.
Arkası dönük bir şekilde telefonla konuşuyordu. Neredeyse fısıltı tonunda olan sesini duymakta zorlanıyordum. Kimle konuştuğunu merak edip duvarı geçmeden köşede durup, onu dinledim.
"Nur duyarsa fena olur. Nasıl açıklarım ona?"
"..."
"O beni ilgilendirmiyor. Madem bu haltı birlikte yedik, birlikte temizleyeceğiz."
"..."
"Tamam. Yarın öğlen arası gideriz."
"..."
"Toplantı var derim artık. Ona yalan söylemek hiç hoşuma gitmiyor. Öğrenirse öldürür beni."
"...."
"Uzatma. Görüşürüz."
Kimle konuşuyor bu adam? Ne haltlar yedi, kimle yedi, nerede yedi! Bir de bana yalan söyleyecekmiş. Bak sen şuna! Ah ben seni öldürmez miyim Tunç! Tam hışımla karşısına çıkacakken aklıma gelen fikirle geri adım atıyorum. Suçüstü yapmak her zaman daha iyidir. Bende öyle yapacağım. Böylece beni kandırmaya çalışsa da başaramayacak! Yüzüme her zaman ki gülümsememi yerleştirip, onu duyduğumu anlamaması için içimden dua ediyorum.
"Canııım!!"
"Nur, bebeğim. Hoş geldin."
Belimi sıkıca kavrayan kollarına karşılık bende yanağına bir öpücük konduruyorum. Okulun önünde olduğumuzu hatırlatarak kollarının arasından çıkıp elini tutuyorum. Günlük bir muhabbete başlarken her gün gittiğimiz parka doğru yürüyoruz. Bense içimden baskın planları yapmaya devam ediyorum.
**
Devamı gelecek,
Yorumlarınızı eksik etmeyin :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ellerimi Bırakma
General FictionÇocukken her şey ne kadar basit ve bir o kadar güzeldi. Düşünüyorum da en büyük dert düşük not aldığımızda ailemize ne bahane üreteceğimizdi. Şimdi keşke yine o minik bahanelerle yırtabilsem bütün korkularımdan. Keşke biri çıkıp dese ki, olsun sen h...