Aniden açılan gözlerim gerçek ile rüya arasındaki görüntüleri beynime hapsetmişti. İçimden sürekli aynı şey geçiyordu. Rüya mı gerçek mi? Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu. Etrafıma bakınırken kulağımı tırmalayan senin telefonumdan geldiğini fark ettim. Komodin olarak kullandığım sehpanın üzerinde titriyordu.
Etrafa göz atmaya devam ettim sanki yanı başımda telefon hiç çalmıyormuş gibi. Hepsi gördüğüm bir rüya mıydı yoksa gerçek miydi anlamaya çalışıyordum. Gerçek olduğuna dair hiçbir işaret yoktu. Aslında her şey rüyamdaki gibiydi. Yatağımın üstünde hazırladığım çanta, ayakucumdaki montum, üzerimdeki taytım ve kazağım. Hepsi aynıydı. Bir tek kutu yoktu. O siyah kutu. Yerde duran çantamı alıp içini aceleyle karıştırırken telefonun sesi tekrar yükseldi. Ekranda onun ismi yazıyordu. Açmak ile açmamak arasında kararsız kalsam da telefonu elime aldım. Aynı anda çantamın içine bakmaya devam ettim. Aklımda bir anda çakan şimşek ile rüyam aklımdan çıkıverdi. Gezi! Geziye yetişecektik! Saat kaç? Allah'ım Nur beni öldürecek!
"Alo!"
"Hasret! Güzellik uykundan uyandırdım sanırım!"
"Hakan!"
"Ya Hakan! Artık rüyanda beyaz atlı prensini mi görüyordun, ne yapıyorsan rahatsız ettim kusura bakma."
"Ne prensi be! Ben. Şey."
Rüya, prens, Hakan! Allah'ım ya sen aklıma mukayyet ol ya da ben iplerini bıraktım gitsin. Aklıma tekrar düşen siyah kutuyla içime doğan sıkıntı iyice büyüdü.
"Heeyy! Hala uyuyor musun sen!?"
Hakan'ın sesiyle yerimden sıçradım. Yine dalmıştım. Ama elimde değildi. Nur ve Tunç'un onca iması öyle yerleşmiş ki bilinçaltıma saçma sapan rüyalar görür olmuştum. Bu ilk değildi daha önce defalarca rüyalar gördüm bu şekilde ama hiçbiri bu kadar gerçekçi değildi.
"Şey pardon. Gece geç yattıkta. Sen. Sen geldin mi?"
"Hasret iyi misin sen? Sesin titriyor sanki."
"Yoo. Yok, iyiyim ben! Geldin mi?"
Kısa bir sessizlik oldu. Sanki söylediğimin doğruluğunu tartar gibiydi.
"Evet. Aşağıdayım."
Elbette ki inanmamıştı. Sesinden öyle belliydi ki bu. Zaten inanmasını beklemek saçmaydı. Oldukça dikkatli bir adamdı. En ufak bir hareketinizden bile dünyaları anlayabilir ve bunu size asla belli etmezdi.
Telefonu kapattıktan kısa bir süre sonra arabaydım. Her zaman ki centilmenliğiyle elimdeki çantaları ve evlilik teklifi için aldığımız birkaç şeyin olduğu poşetleri aldıktan sonra şoför koltuğuna geçti. Normale göre oldukça sessizdi yol boyunca. Önce Hasretlerin okuluna gitmiş oradan da İstanbul'a doğru gezi otobüsünün arkasında yola çıkmıştık.
Çocukların olduğu otobüs belli bir hız sınırında gittiği için bizde onların arkasında kağnı gibi devam ediyorduk. Hiçbir zaman ağır ağır gitmeyi sevmeyen ben şimdi mecburiyetten oflaya poflaya da olsa yola devam ediyordum. Hakan ise hala tek kelime bile etmemiş onca abartılı oflayışlarıma rağmen çıtını bile çıkarmamıştı. Oysa şimdiye kadar illa bir laf sokmuş olması ya da filozofları kıskandıracak bir cümle kurmuş olması gerekiyordu. Onun yerine fazlaca yola konsantre olmuş bir haldeydi. Gözlerini yoldan ancak aynaları kontrol etmek için ayırıyordu. Öyle ki hafif yan dönüp birkaç dakikadır onu izlediğimin farkında bile değildi. Gerçi bende neden onu izliyordum bilmiyorum.
Saçları onu gördüğüm ilk günden beri aynı uzunluktaydı. Ne çok uzun ne çok kısa. Ama insanda o dik dik tutamlarına dokunma isteği yaratıyordu. Ön dişleri normalden çok az daha uzundu , ondandır sanırım daha sempatik bir ifadesi oluyordu güldüğünde. Ama sinirliyken insanın içini ürpertecek soğuklukta bir ifadesi vardı ki Allah düşmanımın başına vermesin. Uzun sayılmayan burnunu ancak sinirli olduğunda çekip duruyordu. Sanki bir şey söylemek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibi kıpırdanıp duruyordu dudakları. Ama ben en çok bir şey anlatırken sürekli kıstığı sol gözünü seviyordum. Derin bir nefes aldım etraftaki karanlık beni huzursuz etse de garip bir şekilde kendimi güvende hissediyordum. Arabanın içindeki kokuyu çölde su bulmuş bedevi gibi içime çekesim vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ellerimi Bırakma
General FictionÇocukken her şey ne kadar basit ve bir o kadar güzeldi. Düşünüyorum da en büyük dert düşük not aldığımızda ailemize ne bahane üreteceğimizdi. Şimdi keşke yine o minik bahanelerle yırtabilsem bütün korkularımdan. Keşke biri çıkıp dese ki, olsun sen h...