XIV.

111 18 0
                                    

Bazı şeyler çok komik yusufçuk.

Hayaletlerin varlığını irdeleyip reddetmemize rağmen onlarla yaşıyoruz mesela. Ölü, buz gibi soğuk parmaklarını boyunlarımıza dolamalarına izin verirken bizler, sanki hiç bir şey olmamış gibi yaşamlarımıza devam ediyoruz.

Gün geçtikçe boynumuzu sıkan parmakları kabullenmektense görmezden gelmek daha kolay nihayetinde.

İnsanlar bildikleri şeylerden korkarlar aslında, bilmediklerinden değil.

Karanlıktan korkarsın çünkü içinde bir şey olduğunu biliyorsundur. Örümceklerden korkarsın çünkü onları zehirli olabileceklerini biliyorsun. Bütün korkularımız, bildiğimiz şeylerden ötürü.

Odamda oturuyorum, ışıklarım yine kapalı. Saklanıyorum.

Ama bu sefer bana eşlik eden bir ses var odamda, nefret ettiğim; korktuğum bir ses bu.

Tik

Tak

Tik

Tak

Saatlere asla katlanamadığımı biliyor muydun yusufçuk? Saatleri sevmiyorum, bana zamanı hatırlatıyor. Bir saat gördüğüm zaman onu fırlatıp atasım geliyor, çoğu zaman bakamıyorum bile.

O halde neden odam da bir saat tuttuğumu sorabilirsin bana yusufçuk. Bu mazoişt davranışın sende bir merak duygusu uyandırdığını, dört kanadına kondurduğun siyah noktaların titreşmesinden anlıyorum.

Pekala, hoş bir hikaye değil bu yusufçuk. Ama günah çıkarmam gerek, suçlamam gerek birilerini.

Bu içine kısılıp kaldığım "itaatkar ilişki"nin zehrini bunca yıl sonra dökmem gerek.

Komik.

Sevgiden mahrum büyüyen çocukların her türlü sevgiye aç olduklarını söylediklerinde pembe bir klişe gibi geliyor kulağa. Oysa, belkide bu dünyada en doğru olan şeylerden biri bu.

Bana s e v g i verdiği sürece, ne yaptığını hiç bir zaman önemsememiştim nihayetinde.

Bu tarz "u y s a l" ilişkileri romantikleştiriyorsunuz yusufçuk. Kulağa çok romantik geliyor olmalı sizin için.

Ama aslında, tam bir cehennem bu.

Haydi ona " t i l k i " diyelim, bana sevgisini sunan ilk kişiye yani.

Çünkü o kızıl saçları ve sinsi ruhu ile insan kılığındaki bir tilkiden farksızdı, tıpkı insan kılığına girmiş bir yusufçuk olan sen gibi!

Onu sevdim ve o beni sevdi.

Bu sevginin türü neydi?

Bir sevgilinin sevgisi mi yoksa bir annenin sevgisi miydi aramızı dolduran?

Saplantı?

Daha yerinde sanki.

Bu bir saplantıydı yusufçuk. Hâlâ da öyle.

Onu aştığımı sanıyorum, hayalet aşkını hayaletiyle birlikte mezarına terk ediyorum ve yürüyüp gidiyorum diyorum kendime. "Tamam, artık ondan kurtuldun."

Ama ne zaman onu aştıüımı düşünsem,

Sinsi gülümsemesi ve soğuk parmakları ile çka geliyor.

Boynumu saeıyoe ve nefesimi kesiyor. Saçlarımla oynuyor bazen, bazen bir öpücük çalıyor hayalet dudaklarıyla.

Onu unuttum diyorum.

Ama o, kendini tekrar hatırlatarak elimde tuttuğum her şeyi parçalıyor.

Hiç bir zaman arkadaşım olsun istemezdi, yalnız ve yalnız o. Ben bir tek onun olabilirdim, beni başkalarıyla paylaşma düşüncesi mahvederdi onu.

Saçlarımın uzun olmasını severdi. Uzun ve salık, böylece istediği zaman oynardı onlarla. Kirazlı parlatıcı, kemik gözlükler.

Ben onun değerli oyuncak bebeği, o benim sahibim.

Ve bütün bu hayat, bir evcilik oyunundan ibaret.

Tilki ve yılan.

Bir arada olamazlar, birlikte yaşayamazlar. Birisi nefes alırken diğeri hayatına devam edemezdi.

Etmedi de.

Bazen durup düşünüyorum yusufçuk. Eğer onun istediği kalıba girebilseydim, her şey daha mı farklı olurdu? Hâlâ ona sahip olabilir miydim? Hâlâ onla olabilir miydim?

Ama biliyorum, onunla birlikte olmaya devam etseydim ikimizde daha fazla yaşayamazdık.

Tilkinin kıskançlığı.

Yılanın ürkekliği.

Biz birbirimiz için yaratılmamıştık, bu masal bizim için yazılmamıştı.

Zaten, sonunda da biz diye bir şey asla olmadı.

Yinede, onun hayaleti hâlâ peşimde.

Kendimi hâlâ kirazlı parlatıcı kullanırken yakalıyorum. Bir gün saçlarımı düşünmeden kesiverirken sonraki günleri büyük bir pişmanlık eşliğinde onları uzatmak için çabalayarak harcıyorum.

Arkadaşlarım olmasın isterdi. Şimdi, o olmasa bile, bütün arkadaşlarımı kaybediyorum. Bir an yapayalnız bırakıveriyorum kendimi. Sonra sıkılınca yalnızlıktan, kendime yeni arkadaşlar buluveriyorum.

Bu döngüyü sürekli tekrarlıyorum.

Sürekli ve sürekli.

Bir halkanın etrafında koşup sonu bulmak gibi bu.

Ondan kurtuldum diyorum ama tilki nasıl istediyse öyle yaşamaya devam ediyorum. Saatlerden nefret ediyorum.

Ama ne zaman tilki mezarından çıkıp okyanusları aşarak yanıma gelse, dolabımdan çekip çıkırıveriyorum saati ve duvara yaslayarak karşısına oturuyorum.

S A P L A N T I.

Bir zamanlar onun beni saplantı haline getirdiği gibi, şimdi ben onun saplantılı " a ş ı ğ ı" oluveriyorum.

Beni delirtmeye çalışıyorsun yusufçuk.

Ama tilki, senden daha önce delirtti beni.

O yüzden söyle bana, kurtulmanın hiç yolu yok mu?

LibelluleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin