"Bu kayıp bir posta güvercininin hikâyesidir."
Uzak diyarların uzak bir şehrinde kalabalıklar arasında kendini yalnız hisseden kimseyle pek konuşmayan güzel bir kız yaşarmış. Güzel dediysem hemen yanlış anlamayın yalnızca etten kemikten güzellik değil bu yürekten bir güzellik bu. Yüzüne baktığın zaman içindeki masumiyeti görür gözünün içine baktığın zaman için titrermiş. Bu kızın bir derdi varmış. Yüreği bedenine ağır gelirmiş. Her nefes alışında her çarpışında ciğerine batarmış. Hani derler ya elmasın laneti koyulduğu kadife keseyedir bu da o misal. Kadife narin bedenine uymazmış. Uymazmış çünkü öyle yanmış ve öyle sıkışmış ki yüreği artık o kadife yumuşak yapısını kaybedip taş olmuş. Öyle taş dediysem alelade bir taş değil dünyada eşi benzeri olmayan sadece insan vücudunda oluşabilecek ve değeri insan parasıyla ölçülemeyecek kadar değerli bir taş. Durum böyle olunca talibi (hırsızı) de çok olmuş tabi bu taşın. Her gelen çalmaya çalışmış söküp satmak için birbiriyle yarışmış genç delikanlılar. Ama bu taşın bir özelliği varmış hak etmeden kim dokunmaya kalkarsa onu öldürüyormuş. Biri ölmüş üçü ölmüş beşi ölmüş. Her ölüm her kaybediş her yalan daha çok incitmiş kızımızı. Daha sessiz daha katı daha hırçın bir hal almış. Artık kimin hak edip hak etmediğine bakmaz olmuş herkesi geri çevirmiş. Yine bir üç beş her geri çeviriş kadife yapısına zarar vermiş kızın güzelliğinin. Gün gelmiş saymayı bırakmış geri çevirdiklerini. Ama acısı gün geçtikçe canı daha çok yanar olmuş yer yer çıldıracak olmuş. Öyle derine öyle ulaşılamayacak yere saklanmış ki kimse bulamamış kızı. Hikâye rivayet olmuş dilden dile diyar diyar dolanmış. Kimi kızın kaçtığını kimi öldüğünü kimiyse kalbini gömdüğünü söylemiş. Gel zaman git zaman bir gezginle yolları kesişmiş kızımızın. Gezgin hikâyeyi bilmeden kızın gözlerine bakmış içi titremiş. Ama kızımız inat kızımız derin siyah. Işık vurdu mu ayna gibi parlar insanın içini gösterir olmuş. Derviş bunu görünce çok şaşırmış ama ses etmemiş. Dervişliğin kuralıdır yol ayrımları yakın olur. O da yürek yürek gezdiğinden vadesi dolunca gitmiş. Gitmiş de akılı kızda kalmış. Ne yapsa da kıza ulaşsa. Düşünmüş. Gün olmuş gece olmuş bulamamış. Yağmurlu bir gecede bir elinde kenarı keskili bir el aynası diğer elinde dağıta dağıta bitiremediği değerli taş parçalarıyla oynarken aklına bir cinlik gelmiş. Aynanın arka kapağını açmış elindeki en büyük taş parçasını koymuş aynanın boş yerine ve kapatmış. Üstüne de benim aynamın arkasında bunlar var şimdi sen söyle. Vermiş bir güvercinin ayağına. Kuş zar zor uçarak götürmüş aynayı. Konmuş kızın penceresine bir tık iki tık sonra ölmüş. Kız yarı şaşkın bir ölü daha görmenin yarı hüznüyle aynaya bakmış. Tabi ilk bakışta kendini görmüş notu da okuyunca da iyice kafası karışmış. Bu aynaların bir özelliği vardır sadece içine gönülle bakarsan içinde ne olduğunu görebilirmişsin. Günler geçmiş. Her baktığında biraz daha derinden biraz daha hülyalı bakmış. O baktıkça arkasındaki sır tabakası çözülmeye başlamış. Çözüldükçe de içindeki göz kamaştıran güzellikteki kendinde olan taşın aynısından görmüş. Çok heyecanlanmış. Hemen cevap yazmalıymış. Ama ne yazmalıymış. Derviş muzip ama kız aşağı kalır mı ona karşılık muzip bir cevap yazmış. "sevda kuşun kanadında ürkütürsen tutamazsın ökseyle sapanla vurursun da alamazsın. Şimdi ben bir güvercin daha saldım bununla beraber ama biri gideceği yeri biliyor yani seni ama öbürü acemi bilmez kaybolur gider, kurda kuşa yem olur. Eğer gerçekten bilmek istiyorsan o aynanın ardında ne var o zaman git ara o kuşu bul. Yok, istemezsen zaten söylenecek bir şey yok. Ama eğer istiyorsan bilmen gereken bir şeyler var. Ben her şeyi bu kuşun kulağına fısıldadım kuşu bulak da yetmez yani onu konuşturmak da lazım. Ancak o zaman aradığını bulabilirsin. Eğer tabi istersen." Derler ki ilk haber ulaştıktan sonra derviş o kuşu aramaya koyulmuş. Kimi der insan kuşla konuşur mu hiç, kimi der o kuşu çoktan tutmuşlardır kimi der onca kuşun arasında onu nereden bulacaksın kimi de der ki öyle bir kuş yok hiç olmadı sen boşuna uçmamış bir kuşu arıyorsun. Bunların hepsi birer rivayet, çünkü hikâyenin buradan sonrasını ve işin hakikatini hiç kimse bilmiyor...