Aynalar
Günlerden bir gün genç bir delikanlı bilinenin biraz paraleline biraz aksine aynanın karşısına geçmiş şöyle demiş; ayna ayna söyle bana ne güzellik var benim içimde. Ayna cevap vermemiş bir daha sormuş yine cevap yok üç gün beş gün haftalar aylar geçmiş ama cevap yok. Gördüğü yalnız kendi suretiymiş. Hiçbir şey anlamamış kızmış. Başlamış dolaşmaya. Yollar geçmiş, insanlar tanımış hiçbirine dikkatle bakmamış kör gibi bakar anlamadan geçermiş çünkü hırçınmış. Kendini içindekilerini arıyormuş. Hani Rumi'nin dediği gibi ya da Rumi'ye dedikleri gibi; aramadan bulamazsın, hoş arasan da bulamazsın ama işin aslı aramakta ve yine işin aslı huzuru güzel aramakta. Ama bakmasını bilmezsen ne bir şey görebilirsin ne gördüğünden bir şey anlarsın. Vakit geçmiş ve bizim oğlan olgunlaşmaya başlamış. Aramak yormuş zağarı. Ömrü 6 ay olan bir kırlangıç gibi hissetmiş kendini sanki aradığını bulabilmek için son şansıymış gibi. Oysa daha ömrünün baharında en güzel yaşlarındaymış. Ve bilmiyormuş hayatın bir aramak olduğunu son durağa gelmiş gibi bir kapının önüne gelmiş. Kapıyı çalmış. Karşısına camı eskimiş toz bağlamış ama kenarlarında hala taze çiçekler açacakmış gibi tomurcukları olan bir ayna çıkmış. Beline kadar siyah saçları, orta boylu kara gözlü bir ayna o kadar donuk o kadar hareketsiz o kadar siyah ve derinmiş ki gözleri güneş vurduğu zaman insan kendini görebilirmiş o gözlerde. Şaşkınlıkla karışık bir sevinç kaplamış içini. Yıllar olmuş bir aynada kedini görmeyeli. Tamam demiş buldum o kadar heyecanlanmış ki öylece bakakalmış bir gün, üç gün beş gün sonra irkilmiş. Her ne pahasına olursa olsun o aynanın arkasında içimde ne var bulmalıyım. Başlamış kurcalamaya aynayı taş atmış çomak sokmuş dinginliğine sanki aynanın içinden iç tarafa geçip orada arayabilecekmiş gibi aynanın içine içine bakmış ama bilmediği bir şey varmış aynaya ne kadar yaklaşır onu ne kadar hor kullanırsanız o da o kadar kötü gösterir.
İnsan bencilliğinin kurbanı oluyor işte. Bizim oğlan da o kurbanlardan biriymiş. Bakmasını bilmediği için her taş atışı her kurcalayışı bulandırmış baktığı o derinliği ve göremez olmuş suretini bile. Anlamamış sebebini. Her kaybettiğinde suretini görmeyi bir kat daha sinirlenmiş daha çok yüklenmiş. Derinliğin karanlıkta ışık vurmasıyla ayna etkisi yapması ancak sakinlikle olur. Gördüğün yalnızca suretindir ve bulandırırsan o sakinliği hiç bir şey göremezsin. Tabi durum böyle olup üstüne bir de olan sakinlik de gidince buğu tutmuş aynanın camını. Yavaş yavaş gitmiş ona o güzelliği veren sakinlik suskunluk. Cevap verir olmuş ayna arkasını gösterir olmuş nasıl eriyin de cam olduğunu ve üstüne nasıl böyle yalandan parlak boyalar sürüp bu hale geldiğini. Boğazına bir şeyler düğümlenmiş yine bizim oğlanın. Almış başını kaçırmış dağlara dere tepe dememiş aramış. Sonra skin bir nehir bulmuş yine görmüş suretini ve yine etmiş edeceğini yine bulandırmış suyu. Sonra yine kaçmış. Bir üç beş derken yine yorulmuş. Karartmış gözünü. Dönmüş en başa eşinin dostunun yanına ve madem kendimde bulamıyorum özümü içimdeki güzellikleri gitmeli ulaşmalı dostlara sarmalı yaraları demiş. Gitmiş de. Gitmiş de şehirler çoktan alışmış köpeksiz köyle değneksiz gezmeye. Çok kızmış önce simsarlara insanlık tacirlerine öfkeden kudurmuş. Artık öyle canı yanıyor öyle canı yanıyormuş ki üstüne emanet canından caymış bir gece vakti bir dostun feryadıyla. Sabahına bir dostun ricasıyla inmiş mahşeri bir kalabalığa her yer ana baba günü herkes gibi bağırmaya başlamış alayına isyan. Ama gençlik ateşi işte yarını bilmeden herkes gibi o da ileri geri konuşmuş yarının hakkında. Bilmiyormuş onu orda iğne deliğinden geçen ince ufacık bir şansın beklediğini. Sonra alışık olmadığı bir şey olmuş. Kaderin cilvesi onu orda da rahat bırakmamış ve karşısına (ç)ağlamaktan yorulmuş bir nehir gibi, dış dünyadan alacağını almış ya da aldığını sanan herkes gibi kendi halinde, işine karıştırmayan, kabuğuna çekilmiş ama her zaman bakmasını bilenin görebileceği bir derinliği olan ufak tefek bir kız çocuğu. Evet, yine bir ayna. Şemsin sedefli dilenciye verdiği ayna gibi baktığında insanın içindeki güzelliği gösteren küçük ama etkili bir el aynası. Tek farkı her güzelde olduğu gibi onda da dikkat edilmesi gereken bir kusur varmış. Sapında keskin bıçaklar aynanın arkasında keskin ve sivri dikenler varmış. Yanı tutmasını bilmeyen ya kanar ya kırarmış o aynayı. Derler ki sapındaki bıçakların da arkadaki dikenlerin de ayrı ayrı anlamları vardır. Bu dikenlerin manasını sadece aynanın kendisi söylermiş. Sırf bu sebepten sadece yaralı bir kuşu tutmasını bilen birisi tutabilirmiş onu. Ama işte okumak cehaleti alır eşeklik baki kalır derler ya bizim oğlan da o misal. Çok gezmekle çok görmek ayrı şeyler bizim oğlan gezmiş çok suret çok ayna görmüş ama hiçbirinden beklediği şeyi tatmin edici bir şeyler bulamamış. Sadece eşekliğin getirdiği bir deri kalınlaşması olmuş. Tutmuş yine aynayı hiç düşünmeden. Çünkü o aynayı maşeri kalabalıkta bulmuş, hiç bırakır mıymış? Kendini görmek, bir şeyleri fark etmek, ona bakıp kendi kendine bir şey anlatmaya çalışmak hoşuna gitmiş. Sonra fark etmiş üstündeki bıçakları. Sağından tutmuş olmamış, solundan tutmuş olmamış. Canı yanıyormuş. Bırakmış koymuş bir kenara sonra dayanamamış tekrar tutmak istemiş, görmek istemiş suretini. Tekrar kavramış sapından. Aslında kanatmak istememiş ayna onu ama hasret o kadar kör etmiş ki gözünü yalandan bir kesiğe kadar bırakmamış ve kanamaya başlamış bizim oğlan. Canı uzun zaman sonra bu kadar gerçek ve çok acıyormuş. Ama kıyamıyormuş da aynayı fırlatıp atmaya son bir hamle yavaşça bırakmış bir kenara. Kesik derinmiş. Çok gece ağlamış sonra başlamış düşünmeye. Tam umudu kesecekken bu arayıştan biri çıkmış. Gelen elinde ayna olan bir adammış. Bak demiş, oğlan bakmış kendi sureti bak demiş. Baktıkça içini görmeye başlamış baktıkça neden sorusunu cevaplarını bulmuş ve baktıkça görmeyi öğrenmiş.
Aslında tüm gördüğü kendiymiş, aradığı kendiymiş bulduğu kendiymiş hep aklında olan ne neden sorularının cevabını bulmuş. Yıllardır aynalara anlam veremediği düşkünlüğü o arayışı aslında o soğuk koyu kara derin sakinliklerde aslında yalnızca kendisini görüyormuş. Onlara anlattıklarında aslında kendi varmış. O hırçınlıkları, o merakı kendine duyduğu merakmış. Kendi içindeki huzursuzluğa ve huzura ulaşma derdiymiş. Ve onlara baktığında kendini görebildiği için bu kadar kendinden geçermiş. Çünkü insanmış insanın aynası. Tüm mesele bakan gözdeymiş, herkes aynaymış zaten bu dünyada birbirinin bir ya da birkaç yanını farklı açılardan gösteren. Kimi altın varaklı, kimi eskilik bir evde üstü toz kaplamış biraz okşanmayı bekleyen, kimi bir şans eseri bulduğumuz kenarlar kesen bir el aynası ama herkes aynı bize kendimizi gösteren. Keramet ne aynada ne bulduğun yerdeymiş. Keramet sakin sakin bakabilmekteymiş. Ama bizim oğlan bunu biraz pahalıya öğrenmiş. Şimdi derler ki her yarası geçti de o son bulduğu ya da kaderin son cilvesi olan aynanın ne kesiğini, ne onda gördüklerini, ne de ondan öğrendiklerini bir türlü unutamamış.