O gün yaşama dört elle sarılmakla,yaşamdan kopma durumunda,bocalıyor, kıldan ince, kılıçtan keskin bir çizgi üzerindeydim.
Herkesin derdi kendine büyüktü bu hayatta, benimkisi ise benden büyük. Bir yanımızda cennet diğer yanımızda cehennem varsa dünya araftır. Aydınlığın yerini, yavaş yavaş karanlığa bıraktığı bu arafta, gecenin çökmeye başladığı gök yüzünden dökülen kar taneleri saçlarıma konuyor ve kısa bir süre içinde eriyorlardı.Uyandığımda, rüzgar bana meydan okurcasına eserken saçlarım yüzümü örttü. Ve rüzgara eşlik eden kar şiddetini biraz daha arttırdı.
Bedenim donmakla donmamak arasında gidip gelirken, babamın cesedi gözlerimin önünde karlarla kaplanıyordu. On dört yaşındaydım. Kaderin getirdiği bu hayata mahkum kalırken bedenim, düşüncelerim yaşımla beraber büyüyordu.
Karın şiddetiyle artan rüzgar, biraz daha dinince babamın cesedinin üzerindeki karları ellerimle sildim. Soğuk, tanime işlerken ürperdim. Nefes almadığından emin olduğumda, korku tüm bedenime birden bire yayıldı.
Babamın başının ucunda bacaklarıma kendime doğru çekip oturdum. Her ne kadar ne yapmam gerektiğini düşünmeye çalışsam da soğuk rüzgar gözbebeklerimde sanki bir boşluk bulmuş gibi yavaşça beynime süzülüyordu.
Çaresizdim. Buradan öylece babamı bırakıp gidemezdim. Bir ormanın ortasında yapayalnızdım. Ayaklarım çıplak ve pembe montum lekeler içindeydi. Bedenimde yaralar vardı ve bu yaralar bedenimde tanımlanamayan acılar bırakıyordu. Sanki ileride tekrar su yüzüne çıkacaklarmış gibi.
Ortalıkta rüzgarın uğultusundan ve yağan kardan başka bir şey yoktu. Ta ki bir ses duyana kadar. Ses oldukça derinlerden geliyordu. Ormanın içerisinde olduğumu düşünürsek bir hayvan olabilceğini aklımdan geçirdim. Bir kurt? Belki de bir çakal.
Hızlanan nabzım kulaklarıma çarparken korkuyla etrafa baktım ama babamın cesedi ve soğuktan kasılan bedenim dışında kimse yoktu. Soğuk, ciğerlerimi yakıyordu ama aldırmadım. Tek istediğim buradan kaçmaktı.
Tekrar sağır olmasını dilediğim kulaklarım o sesi duydu.
Bu sefer ses daha yakından gelmişti. İçime hapsedemediğim hıçkırığımı ağzımı elimle kapatarak durdurmaya çalıştım. Gözbebeklerimin dehşetle büyüdüğünü hissedebiliyordum.Ses, tanıdık değildi. Ama yetişkin sesi gibi de gelmiyordu. Ağaçların arasından geçen bir gölge, düşüncelerimi dört bir yana dağıttı. Derin bir nefes alıp, önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırıp gölgenin geçtiği yere baktım
Fırtına patladığında, görüş alanımın kıyısında tekrar bir hareket hissederek kafamı hızla sola çevirdim. Bir ağacın yanında, tahminimce benden bir ya da iki yaş büyük olan bir çocuk benim olduğum tarafa bakıyordu. Gözleri, benim aksime korkudan çok dehşet saçar gibiydi. İrkildim. Kaçamak bakışlarla ona bakarken ağzım açılmamaya ant içmiş gibi tek bir kelime bile etmiyordu. Bir şey fısıldamak için açtığım ağzım büyük bir havayla dolup tekrar kapanıyordu.
Kelimeleri tek tek yutarken, sabit ve siyah gözler üzerimden ayrılmadan beni izliyordu. Kalbim sanki beynimde atıyormuş gibi çarparken en sonunda aralanan dudaklarımdan " Sen kimsin?" diyebildim.
Dehşet saçan gözlerimle yüz hatlarını kısa süre de olsa inceledim. Keskin yüz hatları, siyah ve kahverengi arasında gidip gelen gözleri ve belkide siyahın en güzel tonu olan saçlarıyla iyi gözüküyordu. Üstü, benimki kadar pis olsa da aldırış etmeden tarzını inceledim. Buranın yabancısıydı belli ki. Siyaha bürünen bu tarzıyla oldukça iyiydi, ama çok da iyi sayılmazdı.
Bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdiğimde, göz göze geldik. Ölüm meleğini anımsatan bu bakışlar içimi ürpertmişti. Soruma cevap vermeyince sorumu yineledim.
"Sen kimsin?"
Sesim beklediğimin aksine titrememiş ve kendimden emin çıkmıştı. Ama bedenim aynı reaksiyonu göstermeyerek titremeye devam ediyordu. Soğukla savaşan çenemi titrememeye diretirken çocuk birden bire görüş alanımdan çıkmıştı. Kasılan yüz hatlarım ve korkuyla çarpan kalbimin ritmini değiştirmeye gayret gösteriyordum. Çömeldiğim yerden ayağa kalktım ve ne yapmam gerektiğini düşündüm. Soğuk hava düşüncelerime eşlik ederken, nereye gitmem gerektiğini ölçüp tartmak için etrafa göz attım. Her yer birbirinin aynısıydı. Ruhsuz bakışlarımı ağırlayan ağaçlar bana yol göstermekte yardımcı olmuyordu. Arkama döndüğümde, siyah gözler tam önümdeydi. Nutkum tutuldu.
Nefesi nefesime değdiğinde, gözlerinin içine baktım, en derinine. Normalde çığlık atıp muhtemelen yardım istemem gereken bu durumda kimsenin beni duymayacağını bildiğim için, yorgun bedenimi daha çok yormak istemedim ve bu yabancı gözlere öylece baktım. Gözlerindeki derinlik tanıdık mı diye düşünürken zihnimdeki anı defterini kurcaladım.
Ama hiç bir göz bana daha önce böyle cezbedici gelmemişti. Kaşlarımı istemsizce çatarak sesimin çıkabilceğine inandığım gücü topladığımda " Ne istiyorsun?" diye sordum.
Sorduğum sorunun şakaya benzer bir yanı olmamasına rağmen bana gülümsedi. Belki de alaycı bir gülümsemeydi bu. Anlam çıkaramadığım bu hareketi karşısında kitlendiğim gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Arkamı döneceğim sırada kolumu saran bir elin sıcaklığı birden tüm bedenimi ele geçirdi.
"Bırak beni!" Diye haykırdım boşta kalan elimle elini üzerimden çekmeye çalışarak. Boş bakışlarıyla içimi korkuyla dolduran bu çocuk kalıbının adamı değildi.
Eli alçı gibi kolumu sardığında soğuk havada yayılan buharlar ağzından çıkan kelimelere eşlik etmişti."Gündüz ışığında gecen, rüyalarında kabusun olacağım."
Ağzından çıkan kelimler adeta yüzüme bir tokat gibi çarparken yakıcı nefesi kalbimi sızlattı. Neden bahsettiğini anlama fırsatı bulamadan bana doğru bir hamle daha yaptı. "Kendine dikkat et, güzelim."
Gözlerimi sımsıkı kapayıp bir hayal olmasını diledim. Yumruklarımı sıktım. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi açtığımda ne çocuk önümdeydi ne de babamın cesedi. Bir yokluğun kıyısında yapayalnız kalmıştım.
Ve kolumda, bir iz kalmıştı. Tam tuttuğu noktada. Parmak izi gibiydi. Diğer elimle kolumu ovuşturdum. Gecenin sessizliği ve karanlığında ilerlemeye devam ettim.
Karanlık, pek bir engel teşkil etmiyordu. Önümdeki yola öylece baktım ve kendimden edim adımlarla yürümeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE OYUNLARI
Novela JuvenilDüşünceler göklere yükseliyordu, Fakat vücut toprağa bağlıydı. Ya muma ateş olacaktım, ya da yanan muma dokunacaktım. Karar benimdi. Ben ise, ateşte yanan bir kağıdın, külü olmayı tercih ettim.