Annemle ben, İstanbul'un en tenha sokaklarından birinde yaşıyorduk. Öyle ki, sokaktan nadir insan geçiyordu. Geceye damgasını vuran yağmur bastırdığında, okuldan ancak eve gelebilmiştim. Eteğimin altından sızan soğuk hava tüm bedenimi hissizleştirmeye yetmişti.
Evimiz, zincirlerden kurtulup ortalıkta aylak aylak dolaşan ruhları anımsatan bir kasvetle örtülü gibiydi. İçeri girdiğimde kapı ağzında duran portmantoya üzerimdeki montu astım. Su geçiren ve çoraplarımı sırılsıklam yapan ayakkabılarımı çıkarıp bir kenara bıraktım.
Adımlarımı salona doğru yönelttiğimde, görüş açıma annem girmişti. Kasvetli havanın getirdiği bir psikolojiye bürünmüş, salondaki büyük yemek masasının üzerinde geldiğimi bile duymayacak bir dikkatle bir şeyler yazıp çiziyordu.
Mutfak, salonla birleşikti. Aç olduğunu hissettiğim karnım guruldayarak bana sinyal verdiğinde, adımlarımı mutfağa yönelttim. En yakınımda duran bir meyve sepetinden bir tane elma alıp ısırdım. Bakışlarımı mutfak tezgahının üzerindeki pencereye çevirdiğimde, annem " Rüya! Döndün demek." dedi.
Üzerinde babamın ölümünden sonra sürekli giydiği, çeşitli hastalıklara ve genel depresyon hallerine sakladığı şirin tavşancık desenli pembe pazen pijaması vardı. Kurulduğu sandalyeden kalkıp sımsıkı bana sarıldı. " Saat epey geç oldu, endişelenmeye başlıyordum." dedi, iri gözleriyle bana bakarak.
"Okul nasıldı?" Diye sordu ardından. Ve mutfağa geçip yemem için bir şeyler hazırlamaya başladı. Mutfak köşesindeki sandalyeye oturup bir iç çektim."Yeni bir sıra arkadaşım oldu." Sesim sıkıntılıydı. Annemin boğuk sesimdeki kırıklığı hissettiğinden emindim.
"Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?"
" Eski sıra arkadaşım, Doğa'ydı." dedim.
"Hımm." Dedi patates doğrarken, kolunun üst kısmındaki etler sallanıyordu. "Kötü bir şey o zaman."
İç geçirdim.
"Bu yeni arkadaşın nasıl biri peki?"
"İyi olduğundan şüpheliyim. Karanlık, ürkütücü, can sıkıcı." Ve tabii gizemliydi. Benim hakkımda her şeyi bildiğini söylemişti. Belki de şakaydı. Bilmiyordum. Birkaç cümlelik kısa sohbetimizin beynimi kaosa çevirerek yarattığı büyük kararsızlıkla, Araf'ı arayıp aramamam gerektiğini düşündüm.Yüzeyde gördüklerimden hoşlanmadığıma göre, derinlerinde sakladığı tutsak düşüncelerini seveceğimden şüpheliydim. Bir yanım karanlığının gölgesi altında kalıp onu tanımamam gerektiğini ve uzak durmamı fısıldarken, bir yanım ona yakınlaşmam gerektiğini bağırıyordu. Kendimle huzursuz edici bir ittifak içindeydim ve karşı konulmaz gelmeye başlayan şeyi yok saymak için çabalıyordum.
Saat dokuzu gösterirken annem, mutfakta bana bir tabak dolusu patates kızartması bırakıp giyindi, on birdeki Los Angeles uçağına yetişmesi gerekiyordu. Annemin hosteslik hayatının bana getirdiği eksileri çok fazlaydı. Hafta içleri çoğu zaman yalnız kalmaktan korktuğum bu evde tek başıma kalıyordum.
Güle güle demek için verandanın ışıkarını iki kez yakıp söndürdüm. Kornayla karşılık verdiğine göre amacım yerine ulaşmıştı. Yalnız kalmıştım.Odama gidip içimdeki duyguların dökümünü çıkardım. Yorgun ya da uykusuz değildim ama Araf yüzünden kendimi huzursuz hissediyordum. İncecik ellerimi kıvrım kıvrım bir yılan gibi bacaklarımın üstünde gezdiriyor, vücudumdaki heyecan ve ürpertiyi gizlemek için sürekli kıpırdanıyordum. Ona aramayacağımı söylemiştim ve altı saat önce çok ciddiydim. Şimdiyse tek düşünebildiğim dersten çakmamaktı.
Kafamın içinde gidip gelen ve hız kesmeden oluşan türlü türlü düşünceleri kafamdaki süzgeçten geçirirken tırnağımın yanındaki küçük et parçacığını koparttım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE OYUNLARI
Ficțiune adolescențiDüşünceler göklere yükseliyordu, Fakat vücut toprağa bağlıydı. Ya muma ateş olacaktım, ya da yanan muma dokunacaktım. Karar benimdi. Ben ise, ateşte yanan bir kağıdın, külü olmayı tercih ettim.