Medya: Efsane ve Savaş :)
Merhaba Sherlock' larımız. Geçen bölümde söylemiştik 2 yeni bölümü ard arda yayınlayacağız diye. Kusura bakmayın. Sözümüzde duramadık. Ama sizde bizi anlayın lütfen. Beraber ortak proje ödevi aldık. Bitirmemiz gerekiyordu. Zaten sadece okulda bir arada olabiliyoruz. Onun dışında hikaye yazmaya fırsatımız olmuyor. Teneffüslerde ilham geldikçe yazmaya çalışıyoruz. Neyse daha fazla uzatmayayım. Medya ' da Avril lavigne ' ın here's to never growing up adlı şarkısı var. Çok sevdiğim bir şarkı. Umarım bölümümüzü beğenirsiniz. Keyifli okumalar...
Gizemli kişinin ağzından;
Gece, Efsane uyumamış, banka oturup etrafı izliyordu. Ara sıra gökyüzünde parlayan aya, yıldızlara dalıp gidiyordu. Bende onu çalılıkların arasından izliyordum. Üşümüş olcak ki, yerinde kıpırdanıp duruyordu. Rüzagarda savrulan onun o güzel saçlarını izlerken aklıma bir şey geldi. Cebimdeki portakal kokulu kağıtlardan bir tane çıkardım ve ona bir not yazmaya başladım. Kendi hırkamın cebine koydum. Ve ağaç eve doğru koştum. İçeride Mira vardı ve uyumuştu. Hemen, o uyanmadan Efsane' nin hırkasıyla kendi hırkamın yerini değiştirdim. Umarım plan işlerdi. Ve kimseye görünmeden ağaç evden dikkatli bir şekilde çıktım. Kendi ağaç evimin önündeki çalılıklarım arkasına onu izleyebilmek için geçtim.
Efsane ' nin ağzından
Şaşkınlıkla elimde öylece duran kağıda bakıyordum. Notu okuduğumda oldukça sinirlenmiştim. Hangi densiz, hangi hadsiz benimle oyun oynayabilirdi? Yerimden hızla kalktım. Sinir tepemden gelmişti. Bir de ipucu bırakmıştı. Bu kendini birşey sanan aptalı elime gecirdigimde etlerini çiğ çiğ yiyecektim onun. Evet, gerizekalının birisi benimle alay eliyordu ve ben alay edilmesinden nefret ederdim. Sonunda sinirlerimi yatıştırıp, mantıklı düşünmeye çalıştım. Kim olabilirdi?
Hemen aklıma ilk gelen, şaka yapmaya bayılan o şebeğin yanına gittim. Ateşin başında oturmuş ,her zamanki gibi Mert ile kahkaha atıyordu.
Ben ise, hiç bir şey olmamış gibi sakin bir şekilde, onlara sinirimi belli etmeden yaklaştım.
"Oooo ekselansları " sesini duyduğumda, o an onun o sarı kafasını ateşin içine sokmak istedim. Hem böyle aptal bir şaka yapıyor, hem de dalga geçer gibi bir de bana saçma sapan lakaplar takıyordu. Bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp, Caner' in bu işte parmağı olup olmadığını öğrenmek için Mert ' e döndüm ve,
"Siz ikiniz ne zamandan beri burada oturuyorsunuz?"
Mert neden sorduğumu merak eden bir yüz ifadesiyle;
"Akşam yemeğini şu ilerideki masada yedik. Daha sonra buraya gelip oturduk. Sohbet ettik Mira ile. Sonra o gitti. Biz de oturuyoruz hâla. Neden sordun?" Dedi.
"Birşey yok. Öylesine sordum." Dedim. Ne yani? Şimdi tüm bu şaka sandıģım şeyleri Caner yapmamış mıydı? Mert'in söylediklerine göre, hiç ayrılmamışlardı oldukları yerden... Ya da tüm bu olanlar gerçekten şaka mıydı? Yoksa sadece gerçeklerin bir parçası mı? Bunu bir an önce ögrenmeliydim. Yavaş ve şaşkın adımlarla ağaç eve doğru ilerlerken telefonumun saatine baktım. 02:00 idi saat. Günün yorgunluğunu üzerimden atmam için artık güzel bir uykuya ihtiyacım vardı. Tam ağaç evin içine girerken hemen yan taraftaki çalılıklarda bir kıpırdanma sesi duydum. Ne olduģunu anlamayan gözlerimle o tarafa doğru giderken, içimi bir korku sardı. Gizemli kişi olabilir mi? Diye düşünürken, kalbimin atışını duyabiliyordum. Yavaşca çalılıkları araladığımda kimse yoktu. O an nasıl rahatlamış hissettim anlatamam...
Sonunda ağaç eve gelebilmiş ve battaniyemin altına girebilmiştim. Gözlerimi kapadığımda, aklımı kemiren soruları sordum kendime.
Gizemli kişi kim?
Ne yapmaya çalışıyor?
Ve benden ne istiyor?
Her kim olduğunu bilmesemde, onu elime geçince mahvedecektim. Adam gibi karşıma çıkıp konuşmak yerine, mektup bırakıyordu.
Bu düşünceler içinde uyuya kaldım.* * *
Sabah uyandığımda, kuş sesleri, orman manzarası ve masmavi gökyüzündeki güneş yüzünü gösteriyordu. Ve tabi bir de Caner 'in igrenç esprileri... Nasıl bağırarak konuşuyorsa sesi buraya kadar geliyordu. Telefonuma doğru uzanıp, saate baktığımda 10:00 ' dı. Gece üşenip ve üzerimle uyuduğumu daha yeni fark ediyordum. Hemen kalkıp, kampın uzun süreceğini düşündügüm için getirdiğim minik bavulumdan, beyaz renkte dantelli bir tişört ve kot şort alıp giydim. Saçlarımı ellerimle düzenledim ve güneş gözlüğümü başıma taktım. Boynuma da fotoğraf makinemi taktım. Oldukça güzel bir yerdi burası. Ve cok fazla fotograf cekecektim. Ayağıma bej rengi yazlık bir ayakkabı giydikten sonra, agaç evden aşağıya indim. Indigimde tam karşımdaki 4 kişilik masada Mert- Mira ve Caner kahvaltı hazırlıyordu. Diğer masalara baktığımda ise 20 metre kadar uzakta bizim gibi 4 -5 kişilik öğrenci gruplarının olduğunu gördüm ve bizim masanın yanına gittim.
Mira bana döndüğünde;
"Cok güzel uyuyordun kıyamadım. Uyandırmadım." Dedi. Tebessüm edip hazır olan kahvaltıya yumuldum. Çayımı içerken gözlerim yine uzaklara dalmıştı. Yemyeşil orman havasını içime cekerken oldukça huzurlu hissediyordum.
Birden gözlerimin önünde kocaman eller belirdi;
"Senin yerinde olsam çabuk yerdim. Birazdan geziye çıkacağız. Gezi öğretmeni 10:30 ' da ormanı gezecegimizi söyledi" bunları söyleyen Caner ' di. Ben de onun söylediklerini dikkate alarak kalan çayımı yudumladım.
Mert Caner' in kolundan tutarak;
"Biz gerekli eşyalarımızı ağaç evimizden alıp gelelim. Fotograf makinesi ve çanta ağac evde kaldı. Siz de o sırada masayı toparlarsınız" dedi. Ve yanımızdan uzaklaştılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Barış'ın Efsane Savaşı
Mystery / ThrillerO gün yine küçük kütüphanemde ayaklarım masanın üstünde, tek elimde sigara diğer elimde kitapla dedikodu yaparken çekirdek çitleyen teyzeler gibiydim. İçimde nedensiz bir şevinç nedensiz bir heyecan vardı, Diye düşünürken kapının çalmasıyla düşünc...