O diğerleri gibi değildi. Okulun en popüler, en yakışıklı çocuğu da değildi. Diğer erkekler saçlarını yukarı kaldırdıklarında onunkiler olduğu gibiydiler. Dağınık. Okulun en zeki öğrencisi de değildi gerçi. O zeki öğrenci ben oluyordum. Kötü çocuk tiplerinden biri de değildi. Hiçkimseye benzemiyordu o.
O farklıydı.
O sözelciydi, bense sayısalcı. O şiir yazarken, ben resim çizerdim, sayısal işlemlerle meşgul olurdum. Yazdığı her şiirde küçük sözler saklardı. Bana "O sözler aynı senin gibi. Şiirde ne kadar fazla söz olursa olsun içlerinden sadece bir tanesi anahtar sözcük olur. Diğer tüm sözlerden özel, güzel, farklı, üstelik tüm şiiri ayakta tutan kelime olur. Sen benim şiirlerimde bıraktığım anahtar kelimelerimsin, hepsinden güzel, özel, farklı, tüm şiiri ayakta tutuyorsun. Seni bu yüzden seviyorum, minik kuşum. " demişti. Hiç unutmam. Gözlerimin tam içine bakmış, ellerini yanağıma koymuştu. Saçları yine dağınıktı, her zaman olduğu gibi.
Kırmızı ışıkta beklerken camı açtım. Geçmişlere dönmek, sahilde onu gördüğümü düşünmek, hepsi sadece biraz sıkmıştı.
Yeşil ışık yandıktan sonra ara köşeye dönüp, apartmanımın önünde park ettim arabamı. Arabadayken aklıma gelen fikirle çabucak merdivenleri kalkıp evimin kapısının önünde durdum. Karmakarışık çantamın içinde oyalandıktan sonra anahtarı bulup kapıyı açtım.
Aklımdaki şeye pek güvenmiyordum ama sahildeki kişinin gerçekten o olduğunu öğrenmek istiyorsam yapacaktım.
Çekmeceleri karıştırıp, aradığım defteri bulana kadar tüm ortalık dağılmıştı. En son bulduğum an elime aldım ve ellerimin titrediğini gördüğüm zaman derinden nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama nafile.
Numarayı ne kadar da olsa ezbere bilsem de o anki heyecanımla tam tamına emin olmak istemiştim, bu yüzden numara defterini almıştım elime. Çabucak sayfaları geçtim ve onun numarasının olduğu kağıdı elime alıp telefondaki tuşlara tıkladım. Gizli numaradan aradığıma emin olmak için telefonu kulağımdan ayırıp tekrar baktım ve aradım.
Bir kaç saniye bekledim, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki ben bile yetişemiyordum.
Telefonu açtığını anladığım zaman nefesim kesildi. Ya o değilse. Ya başkasına vermişse numarasını. Ya yanlış yazmışsam numaranı.
"Alo?"
Duyduğum üç harfli kelime kafamdaki her şeyi uçurumdan aşağı hiç acımadan atmış ve kendisini boşluğa bırakmıştı. Sesini duyduğum zaman gözlerimden gelen yaşla birlikte telefonu kapattım.
O'ydu.
İki sene boyunca defalarca aramış, ama hepsinde ya cevaplamamış ya da kapalıydı telefon. Ama cevap verdi. Bugün. 734 gün sonra.
Ne kadar da özlemişim sesini. Hiç değişmemişti. Sadece biraz daha kalınlaşmış gibiydi. Sesini duyduğum an dayanamayıp içimde biriktirdiğim gözyaşlarımı serbest bıraktım.
Ağla, içindeki gözyaşları bitinceye kadar ağla.
Hıçkırıklarımın arasında numaranın arkasındaki fotoğrafı elime alıp dokundum onun fotoğraftaki pürüzsüz yüzüne.
"Sesini duyduğum zaman kalbimin ilk günkü gibi hızlı atmasını nasıl sağlıyorsun hiç bilmiyorum ama bu kadar acı sence de fazla değil mi minik kuşum dediğin insana?"
_______
"Uyan artık, Mayıs. Bak saat kaç oldu. Yemek de yemedin. "
Ses kesinlikle Aliye'ye aitti. Bir de uzandığım yerde dürtüyordu beni.
Annem ve babam yurtdışına taşındıktan sonra ben Aliye'yle kalmıştım. O da bana anne, baba, sırdaş, arkadaş, dost, kardeş olmuştu. Her dakika yanımdaydı ve hala yanımda. Hele son 2 sene boyunca beni hiç bırakmadı.
Ağladığım için gözlerimi açmakta biraz zorlandım ama daha sonra açmayı başardım. Odamda olduğumu gördüğüm zaman yatakta doğruldum.
"Beni sen mi getirdin, Aliye?"
"Yok kanka ya, mavi büyük gözlü, yeşil bedenli, antenli uzaylılar böyle almışlar kucaklarına getirmişler seni. Tabi ki de ben getirdim, şapşal. "
Gülümsedim. Ah be Aliye.
"Eee, neden aramadın beni? Anlatmayacak mısın ne olduğunu?"
Kafamı aşağı saldım, normal olarak. Derinden bir nefes aldım ve Aliye'nin ellerinin ellerimin üzerinde olduğunu gördüm. Dayanamayıp ona sarıldım ve olaylar aklıma gelince gözümdeki yaşın düşmesine izin verdim.
"Gördüm onu, Aliye. 734 gün sonra sahilde gördüm onu. Duydum sesini, Aliye. 734 gün sonra duydum onun sesini. Gelmiş, buraya gelmiş. "
Bunları söylerken Aliye'ye daha fazla sarıldım. O da bana karşılık verince içim rahatladı. Saçlarımı okşarken diğer yandan beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Emin misin o olduğuna?" dedi saçlarımı okşamaya devam ederken.
"Adımın Mayıs olduğuna emin olduğum gibi eminim. "
"Neden seni terk ettiği günden iki sene geçtikten sonra gelsin ki? İki sene boyunca neredeydi? Neden iki sene sonra telefonunu kullansın ki? " ondan ayrılmış ve ben sulu gözlerimi temizlerken, o da halıya bakarak demişti.
"Bilmiyorum. Ama bilmek istiyorum. Ve nasıl bileceğimi de bilmiyorum. "
Keşke bilseydim. Keşke ona sarılabilseydim. Kokusunu içime çekebilseydim...
"Ha bu arada. Bugün biri aradı seni. Ama tanımadım kim olduğu-"
Aliye lafını bitirmeden kapı çalmıştı. Dört defa tıklattıktan sonra Aliye kapıyı açmak için yataktan doğrulmuştu.
"Aliye Semercioğlu?" diye sordu postacı elindeki kağıda bakarken.
"Evet benim," diye yanıtladı Aliye.
"Size bir posta var efendim. Buyurun."
Posta mı? Aliye'ye mi? Posta kelimesini duyduktan sonra yataktan kalkıp kapının önünde durdum.
"İyi günler efendim. "
Posta da baya büyük bir şeydi. Üzerinde bir kaç pullar da vardı.
"Kimdenmiş?"
"Vallah bilmiyorum. Göreceğiz. "
_______
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi'ye Boyanmış | Düzenlenmede
General Fiction#Kaligrafi2016 Romantizm kategorisinde ikinci yer • "Adam gitti, kadınsa adamın geride bıraktığı sonsuzlukla bütünleşti."