"Mayıs," dediğinde hissettiğim o tuhaf duygularını onun yüzünde de aramaya çalıyordum fakat bulduğum tek şey çoğalmış sakallar, ve gülümseyen bir dudaktı.
"Alper," dedim ben de karşılık olarak. "N'apıyorsun burada?" deyince hâlâ hafifçe gülümsüyor ve yüzümü inceliyordu benim onu bir az önce incelediğim gibi.
"Öylesine, gelmeye karar verdim," dedikten sonra elimdeki defteri alıp, "Asıl sen burada ne yapıyorsun?" deyince havada kalan elimi yanıma koyup verdiği soruyu gerçekten de verdi mi diye düşünüyordum.
"Burda yaşıyorum zate, ve hiç bir zaman gitmedim ki," dedim duruşumu dikleştirecek.
"Tabi ya, " dedi ve ensesini kaşımaya başladı. Ne söyleceğini bilmiyordu. Hep kelimeleri bitince yaptığı bir şeydi bu. Demek ki değişmemiş.
"Eee, nerelerdeydin?" demeyi başardığımda ellerimin titrediğini anladığım zaman hemencecik ceplerimi koymayı başardım.
"Yandaki kahveye gidelim mi? Öyle konuşuruz rahat bir şekilde," dediğinde başımla onaylayıp onunla beraber yürümeye başladım kahveye doğru.
Elimdeki kitapları görüp onu durdurdum, "Dur kitapları koyayım arabaya ilk önce," diyerek kitapları arabama koyduktan sonra yürümeye devam ettik.
•
Sandalyeni benim için çekerken hissettiğim ilk şey 2 yıl önce mahrum kaldığım parfüm kokusu oldu. Önce ciğerlerim o kokuyla dolduktan sonra başımla teşekkür ederek oturdum ve onun benim karşıma oturmasını izledim.
Kokusunu bile özlemişim ben haberim yokmuş.
Ellerimle masada oynarken garsonu çağırdı, menüye bakmadan siparişi vermeye başladı.
"Bana bir sütlü kahve, hanımefendi içinse," bakışlarını garsondan çekip bana küçük bir bakış attıktan sonra gülümser gibi oldu, bir anlık benim ne istediğimi soracağını zannettim ama sormadan siparişe devam etti, "bol çikolatalı ıslak kek ve de sıcak çikolata lütfen."
Unutmamıştı.
Neyi sevdiğimi unutmamıştı.
Kimi sevdiğimi de unutmamıştır umarım.
Masada süren sessizliğin artık beni sıktığını anlayıp ellerimle oynarken iki sene boyunca aklımda karmaşalar yaratan o soruyu sormak için kendimde olan cesareti buldum ve sordum.
"Neden gittin?"
Gözlerimi ellerimden kaldırıp onun parlayan kahve gözlerinin içine baktım ve bir şeyler aramağa çalışıyordum ama bulamıyordum. Belki de yine o gözlerin içinde kaybolduğumdandı.
"2 sene sonra geldim ve bana sorduğun soru bu mu?," değince alaya yakın bir şekilde gülümsedim.
"Ne sormamı bekliyordun ki?" diye karşılık verdim. Gözyaşlarımın bu defa akmasına izin vermeyecektim. Derinden bir nefes alarak ağlama isteğimin karşısını aldım ve onun gözlerinin içine bakmaya devam ettim.
"Saçlarını kestirmemişsin," dedi aynı surat ifadesiyle.
"Konuyu değiştiriyorsun," dedim gözlerinin içine bakmağa devam ederken.
"Doğru düzgün konuşacağız tabi ki de ama şimdi değil," dediğinde gözlerimi kapatarak kafamı iki yana salladım.
"En azından nereye gittiğine söyle, çünkü senin yokluğunda dünyadaki 4,416 şehirden birinde olduğun düşüncesiyle yaşadım, ve her gün kafamda o şehirlerden bir tanesi canlanır, acaba orada olma ihtimali var mı diye düşünmekle geçirdim ben günlerimi. O yüzden aniden çıkmağa karar verip bir çikolatayla seni affedeceğimi düşünme lütfen," diyerek yutkundum ve gelmekte olan göz yaşlarımı var gücümle tutmaya devam ettim.
Araya çöken rahatsız edici sessizlikten sonra, "Berlin," deyince kafamı kaldırıp onun gözleriyle kenetledim kendi gözlerimi. "4,416 şehir arasında sadece Berlin'deydim. "
"Teşekkürler. "
"Neden gittiğimi sormayacak mısın?"
"Konuşmak istiyor musun?"
"Hayır. "
"O zaman konuşmayız biz de. "
Siparişlerimiz geldikten sonra o kahvesini ben de sıcak çikolatamı içmeye başladık ve böylece sessizlik ortamını yeniden kurmuş olduk. Ve bunu ilk bozan ben oldum bu defa.
"Hâlâ yazıyor musun?" diye sordum kekimden bir dilim kesmemişten bir kaç saniye önce.
"Evet, evet. Hatta bu yakınlarda yayınlanmasını umuyorum," dedikten sonra benim gibi kahvesini içmeden bir kaç saniye önce kendi sorusunu yöneltti, "Peki ya sen, hâlâ çiziyor musun?" diye sordu.
"Evet, hatta bir kaç haftaya serginin açılışı olacak. İstersen gelirsin," diye davet ettiğimde kafasıyla onayladıktan sonra, "Serginin adını ne koydun?" diye sorduğunda bir kaç saniye durduktan sonda cevap verdim.
"Nuances de bleu," dedikten sonra, "Fransızca da-"
"Mavinin tonları," diyerek cümlemi tamamladığında Fransızcayı bildiğini unutmuş olduğumu anladım.
Kaşlarımı kaldırarak, "evet" der gibi kafamı hafifçe sallayıp, sıcak çikolatamdan bir yudum daha aldım.
"O parça da sergide olacak mı?" diye sorduğunda hangi parçadan bahsettiğini çok iyi biliyordum ve çok iyi bildiğimden kalbimdeki acının tazelenmesene şahit oluyordum ellerim kollarım bağlı bir şekilde.
Tam da sorusunu cevaplarken telefonunun çalmasıyla özür dileyip, telefonu açtı.
"Yok... anladım... tabi, tabi... şimdi mi?... ama... peki," dedikten sonra telefonu kapatıp, "Özür dilerim, Mayıs. Gitmem gerekiyor," dedikten sonra ayağa kalkınca onunla birlikte ben de ayağa kalktım. "Tekrar görüşelim olur mu?"
Başımla onayladıktan sonra gülümseyip, arabasına doğru yürümeye başladığında garsonu çağırıp en azından parasını ödeyeyim diye düşündüm. "Borcumuz ne kadar," diye sorunca garson şaşkın gözlerle bana baktı.
"Alper bey zaten ödemiş borcunuzu," deyince ne ara acaba ödedi diye düşünürken garson aklımdan geçenler okumuş gibi cevap verdi kafamdaki sorulara, "Dün akşam bu masa zaten sizin hiç rezerve olmuştu, hanımefendi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi'ye Boyanmış | Düzenlenmede
General Fiction#Kaligrafi2016 Romantizm kategorisinde ikinci yer • "Adam gitti, kadınsa adamın geride bıraktığı sonsuzlukla bütünleşti."