Dı dı dı dıt Dı dı dı dıt Dı dı dı dıt Dı dı dı dıt Dı dı dı dıt Dı dı dı dıt ... Off Her sabah aynı terâne.. Erken kalk, kalkmak için alarmı kur. Uzunca bir süre kulağını tırmalayan o iğrenç sesi, bir hışımla kapat. Beş dakika daha diye diye son ana kadar kalkma. Sonra da geç kaldım diye hayıflan... Buydu Oğuz'un monoton hayatı da.. Üstelik yaşamak üstüne yapışıp kalmıştı sanki. Ne bir hayali ne de beklentisi vardı hayattan... Yaşıyordu işte, buna yaşamak denebilirse tabi. O'nun tabiriyle sürükleniyordu. Ne diye hayatı sevenler ölüyordu da onun gibi nefes almaya merâmı olmayan bıkkınlar yaşıyordu ki sanki? Ne diye uzundu ömürler bu kadar? İntihar da gereksizdi onun hayatı için.. Bir kere biliyordu günah olduğunu ama bir video çekip en sevdiği müziği, son dinlediği müzik yapıp, çevresine veda eden o gizemli adama da özenmiyor değildi hani. Lakin içinde bir yerlerde saçma bulduğu da oluyordu bu olguyu.... İşin özü sıkılmıştı, sıkışmıştı, bunalmış ve çevresindekileri de bunaltmıştı o sofistike sorularından...
-Allah kahretmesin bee. Yine geç kaldım! Bugün şu egoist kadının dersi vardı, üfff azar işiteceğim yine..... Nerde bu ütü? Hergün inatla buruşan şu tişörte de, gömleğe de yazıklar olsun!.. Ne diye babam beni bu saçma hayatın ortasına attı ki? Adam gariplikte sınır tanımıyor resmen. Neymiş efendim; ben ne hayatın ne paranın ne de emeğin değerini biliyormuşum. Yediğim önümde, yemediğim arkamdaymış.. Yıllardır özel okullarda sürtüyormuşum da yine de adam olmayı becerememişim.... Vesâire vesâire.... =/ Aman peder, canım peder. Yav... [şu uyuz okuldakilerin meşhur ve gıcık tabirini yeri gelmişken ben de kullanıvereyim bari =D] "Yav he hee..." Adam özel okulun parasını hala ödemeye devam ettiği halde, attı beni şu devlet üniversitesine. Enayilik değil de ne? Marifetmiş gibi bir de devlet yurduna yazdırdı... Hoşgeldiniz soldan soldan. Buyrun şöyle, bi tabure de siz çekin, çöreklenin beynime. Zaten hayat, bi halta benzemiyordu, şimdi daha da güzel oldu. Delirmemek işten değil...
Söylenmeyi bırakıp kahvaltıya inmeliyim derken, hiç vakti kalmadığını farketti Oğuz ve hemen fırladı. Saçlarını bile taramaya fırsat bulamamıştı, eliyle şöyle bir düzeltti sadece. Yine de ayrı bir ahengi, bir hoşluğu vardı saçlarının. Neyseki tişörtünü ve gömleğini ütüleyebilmişti bugün. Yine karizmatik görünüyordu, her zamanki gibi.. Gerçi bununla da ilgilenmezdi ya, neyse...
Koşarak çıktı yurttan, ne kimseye eyvallah etti ne de bi selam verdi... Otobüse binecekti yine... Lakin feleğin çemberine takıldı... Otobüs kartını unutmuştu... Ceplerini yokladı, tişörtünün üstüne geçirdiği gömleğin cebine baktı, orada da yoktu... Sonra sol taraftaki cebe döndü, döndü dönmesine ama unutmuştu: Bu giydiği; iki tarafında da kapaklı cebi olan, o pahalı gömleklerden değildi... "Hay Allah" dedi "Peder kıyafetlerimi de vermemişti, ne cebi arıyorsun oğlum, alıştın tabi rahat hayata... Heyt dedi içindeki babasına, susturuverdi :D "Yoksa düşürdüm mü? Kapaksız cep bu sonuçta, rahatlıkla kaldırımla buluşabilir otobüs kartım. Daha da yeni doldurtmuştum Offf... Ulan on liralık gömlek yüzünden ne kadar da düşündüm" dedi.. Ve dolmuşa yöneldi... O sırada otobüs geldi. Birden bi karambol, itiş kalkış derken, kendini otobüsün içinde buluverdi... Bi dakika durun, ben binmeyecektim demeye kalmadan, şoförle göz göze geldi. Şöfor atıldı:
-Eee ? dedi
-Ne eee'si? diye cevap verdi Oğuz.
-Yahu tutsana kartını be kardeşim! Akşama kadar seni mi bekleyeceğiz burda? Bak, daha arkada bir sürü insan bekliyor binebilmek için...
Tam inecekti ki dıt dıııt diye bir ses geldi validatör*den. Ve ardından o ahu gözleri üzerinde; kendi gözlerini de onda buluverdi:
-Buyrun... dedi ahu gözlü.. Binebilirsiniz. Yalnız kapının önünden, şöyle arka tarafa doğru ilerleyin. Zira tam arkanızda, öfkeli bir kalabalık sizi bekliyor...
Gözlerini alamadı Oğuz... Sonra hemen arkasına baktı. Kız haklıydı hakikaten. Kendine kızıp bağıran, linç etmeyi bekleyen, onun gibi derse geç kalmış, büyük ve küplere binmiş bir güruh ona bakıyor, hatta bağıtıyordu. Kendini meyve halinde hissetti o an. Böyle bir gürültü, ancak bir halde olur diye geçirdi içinden.. Meyve hali. Evet evet tam da meyve hali gibiydi şu an durak ve o otobüsün önü... Meyve haline çocukken babasıyla gitmişti Oğuz. Bir arkadaşıyla buluşacaktı babası. Halde çalışıyormuş. Daha doğrusu halde, mal indirip bindiriyormuş. Babasının tâ çocukluktan arkadaşıymış. O gün, o amcanın verdiği ve yeşil kabuğundan ötürü ekşi sandığı mandalinayı anımsadı birden. Dün gibi hatırındaydı... Nasıl unutabilirdi ki ilk defa yeşil bir mandalina görüyordu. Çocuk hâliyle ne tuhaf gelmişti ona. Ve bayağı bayağı ekşidir diye ne de korkmuştu yemeye... Çocukluk işte, dedi sessizce. Ama o yeşil mandalinanın kokusu, tıpkı az önceki o ahu gözlünün kokusuna benziyordu. Sonra tadına baktı korkarak ve yarı isteksiz.... Ama yanılmıştı.... Çünkü kokusu daha yoğun, oldukça da tatlıydı... Şimdi kendini o halde hissetti yeniden... Sonra şoförün sesiyle irkildi:
-Hadi bakalım geç şöyle arka tarafa delikanlı. Aşık mısın nesin?
Aşık mısın nesin? Aşık mısın? Aşık? Aşk? "Yok daha neler" deyip ilerledi arka tarafa doğru...
Ama içine bir kaygı ve bir de şarkı düşüvermişti şu bir kaç dakika içinde...
____________
* Validatör: Akbil, elkart vs. toplu ulaşım kartlarını okuttuğumuz cihazın adı.
⬇️ İşte Oğuz'un içine düşen o şarkı ⬇️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şaşkın DJ
General FictionDünya küçüktü... Hayallerimizi, umutlarımızı sığdırabileceğimizden çok daha küçük... Bu yetmezmiş gibi bir de, ömürler uzundu... Çok da lazımmış gibi yaşıyor ,yaşadıkça yoruluyor ve kainatın rutin karmaşasında sürükleniyorduk. Ben de bu düzenin bir...