Ara uçsuz bucaksız bir çöldü. Serin bir çöl! Etraf o kadar aydınlıktı ki; ama güneş yoktu. Ben nerede olduğumuzu ve ne olduğunu anlamaya çalışırken Ülgen küçük kızla ilgileniyordu. Küçük kızın gözlerine bakmak için eğildi ve :
"Merhaba, tatlım." dedi.
"Merhaba Ülgen, biz de seni bekliyorduk. Tam zamanında geldin."
'Biz' dediği kimdi? Neden Ülgen'i bekliyorlardı ve tam zamanında geldin derken neyi kastediyordu? Kız ilerledi. Biz de onu takip ettik. Sonsuz kumların üzerinde ilerliyorduk fakat etrafa hiç kum sıçramıyordu, kumlar dağılmıyordu. İlerledik ilerledik ve ilerledik. Kaç saat yürüdüğümüzü bilmiyorum ama ayaklarıma kara sular indiği kesin. Kız birden bire durdu ve:
"İşte geldik." dedi.
Bir yere geldiğimiz falan yoktu. Uçsuz bucaksız çölün tam ortasındaydık. Ben tam ağzımı açıp nereye geldik diye soracağım anda küçük kız birden havayı dalgalandırdı ve birden kendimizi biz deniz kenarında bulduk. Ben hamakta uzanıyordum ve Ülgen de deniz şortuyla bir şezlongda uzanıyordu. Oldukça ilginç bir durumdu. Kız bize dönüp:
"Keyfinize bakın." dedi ve gitmeye yeltendi. Orada olmayan bir kapının tokmağını tutmak için elini uzattı. Ülgen atıldı:
"Hey, bekle! Burada ne bulacağız? Buraya neden geldik? Cevaplara ihtiyacım var."
Küçük kız o muhteşem gülümsemesini bahşetti Ülgen'e.
"Cevaplar sende," dedi. "Tabi doğru soruları sorarsan," dedi ve olmayan kapının olmayan tokmağını tuttu. Tuttuğu anda orada bembeyaz devasa üzeri minik aynalarla kaplı bir kapı belirdi. Kapıyı açtı ve gitti. Onun çıkmasının ardından kapı bir süre daha orada kaldı ve minik aynaların üzerinde Pebo'daki hayatımın kesitlerini gördüm! Tüm aynalarda ben mi varım diye bakabildiğim tüm aynalara baktım ve diğer aynalarda Ülgen'in Dünya'daki hayatından kesitler vardı. İkimiz de ayağa kalkıp kapıya doğru koştuk, aynı anda tokmağı tutup çevirdik. Ve onda kapı kuma dönüştü...
Birbirimize bakakaldık. İlk konuşan Ülgen oldu.
"Pekala. Kız cevapların bende olduğunu söyledi. Eğer doğru soruları sorarsam cevapları bulabileceğimi söyledi."
"Evet, öyleyse sormalıyız."
Ülgen bana baktı ve fısıltıyla sordu: "Ben neyim?"
Ara değişti. Uçsuz bucaksız dümdüz kırların olduğu bir yerdeydik şimdi. Ufukta bir tepe vardı. Tepenin üzerinde bir saray. Pebo'ydu burası! Saray da kraliçenindi. Pebo'ya mı gelmiştik? Kapı açmadan?
"Pebo burası," dedim. "Karışısı kraliçenin sarayı."
Saraya doğru yürümeye başladık. Ülgen elimi tuttu. Elimi tuttu! Sessiz bir mutlulukla kabullendim bunu. Yüzüne baktım. O sanki takım arkadaşının elini tutuyordu. Bu biraz içimi bursa da elinin elimde olduğunu bilmek, onun serin ve sert elini avucumda hissetmek beni güçlü ve mutlu hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Peri #OnceUponNow #JustWriteIt
FantasyLuna Ülgen'e baktı. Aşk buydu, sevgi buydu, onun için her şeyden vazgeçebilirdi. Ülgen'in babası yapmıştı bunu. Sevdası uğruna Pebo'yu terk etmişti. Ülgen geçmişini öğrenip kendisinin ne olduğunu anlamalıydı. O bir yarı peri olabilir miydi?