=Tom=
Haydi kalk, diye sert bir ses duydum. Yine o kalfanın sesiydi. Beni dün sokakta bulmuştu. Oteller beni kabul etmemişlerdi 18 yaşımı doldurmadığım için. Geri dönemezdim gitmiştim bir kere. Beni bulup bana çok şey vaat etmişti: Para, aşk, güç… Ve karşılığında… Neyse bu çok iç açıcı bir konu değil. Eğitimini tamamlayacaksın, dedi bana. Ne eğitimiydi ki bu? Ama baştan evet demiştim bir kere hayır diyemezdim.
Kahvaltıya indiğimde kimseyi göremedim. Herkes gitmişti ve ben geç kalmıştım. Kalfa kızıyordu kendine. Beni almamalımıymış neymiş. Acaba hep böyle kötü davransam beni bırakır mı? Diye geçirdim aklımdan. Hayır, dedi. Ama yüksek sesle söylememiştim ki. Antrenmanlar çok zordu veya ben fazla acemiydim. Sonunda oradaki insanlarla tanıştım. Savaşçı gibi yetişen benimle yaşıt yüze yakın çocuk vardı. Bakışları dostça değildi. Hepsinin aklından beni öldürmek geçiyordu adeta. Beceremiyordum hiçbir şeyi. Tıpkı eskisi gibi her şeyi mahvediyordum. Kalfa yanıma geldi.
- Bana bak çocuk. (Bu hitaptan hoşlanmamıştım.)
- Efendim.
- Sen galiba her şeyi oyun zannediyorsun. Anlamadın hala burada güçlü olan kazanır zayıf olansa ölür. Bence güçlü ol başarısız olursan seni buraya getirdiğim için benim de başım yanar. Gözlerini yükseğe dik.
Cevap vermedim. Ne diyebilirdim ki? Ama haklıydı, bunu hissediyordum. Zaten hayatımın tek amacı buydu. Tamam, dedim kendime. Bu sefer olacak. Ertesi günkü performansım herkesi etkilemiş gibiydi. Kalfa antrenman sırasında yanıma geldi
- Hah, işte böyle. Savaş yarın, hazırlan.
Aman ne hoş. Bir de başımıza bu çıktı.
Ertesi gün bir saat erken uyandırdılar beni. Kalfanın dediği savaş içindi galiba. Ancak bilinen savaşlara benzemiyordu. Hem strateji, hem mantık, hem savaşçılık gerekiyordu. 100 savaşçı arasından herkesin yanına bir savaşçı alma hakkı vardı. Takımıyla beraber labirente girip diğer savaşçıları öldürüp labirentten ilk çıkan savaşı kazanıyordu. Geldiğimde bütün iyi savaşçılar alınmıştı. O yüzden ben de orta bir savaşçı aldım. Zaten kötü olanlar savaşçı olamazdı. Gerçekten çok zorlandığımı kabul etmeliydim. Ancak bir baktım çıkışa gelmişim. Kazanmıştım. Evet, dedim. Kazanabilme yeteneğim de varmış. Beni başka bir yere götürdüler. Sanırım burada daha üst düzey ve dehşet saçan savaşçılar bulunuyor. Ve tahminim doğru çıkmıştı. Ancak kendime güvenim yerine geldiğinden beri beni yıldıramıyordu zorluklar. Hep birinci oluyordum. Böylece bir saraya daha atanma haberim geldi. Kıskanç bakışlar beklerken bakışlar hiç umduğum gibi değildi. Korku doluydu. Önce inanamadım. Ölüm ve dehşet saçan savaşçılar korkuyordu. Birisi yanıma yaklaştı ve:
- Yanlış anlama ama sen öldün.
- Neden?
- Biz yıllardır burada kalırız ve asla üst düzeye geçmek istemedik. Gerçi başlarda cazip gelmişti ancak üst düzeye geçen birisinin gönderdiği habere göre…
- Ne haberiymiş?
- Boş ver. Ancak şunu bil ki orası son nokta. Daha üst düzey yok. Seni almaya gelecekler. Umarım bu son yolculuğun olmaz ama dürüst olmak gerekirse hepimiz bundan eminiz.
Savaşçının söylediği gibi geldiler. Kaç saat sonra bilmiyorum çünkü bizi zaman kavramından soyutlamışlardı. Gitmeden önce kalfayı gördüm. Yanına gittim ve ağlıyordu. Beni görünce:
- Özür dilerim. Hayatını mahvetmek istemedim. Keşke seni hiç almasaydım. Şimdi ben ödüllere gömüleceğim sense oraya gideceksin.
- Üzülme. Ben iyiyim. Ve inan bana sen bana yeni bir yaşam verdin. Ve yanıma seni de istiyorum. Bir üst düzeyde kalfalık yapmanı istiyorum.
Savaşçılar oradan korksa bile kalfa çok mutlu olmuştu. Beraber üst düzeye geçmiştik. Burası bir saraydı. Ancak hiç savaşçı göremiyordum. Kalfanın biri yanımıza geldi ve beni tanıdığım kalfanın yanında çekip aldı. Eski kalfaya benzemiyordu. Bakışlarındaki nefreti görebiliyordum. Beni bir yere götürüp zorla eğilmemi sağladı. Tahtta birisi oturuyordu. Gözlerime inanamıyordum. Bu… Bu… Yıllar önce beni terk eden…
- Baba…?