=Amy=
Bir bu eksikti! Sanki başka çarem vardı. Off. Tom’u öldürmek istemiyordum ama ona yaklaşmanın tek yolu buydu. Kalfa bana mikrofon, kamera v.b. takacaktı. Onlardan kurtulmalı ve Tom’u bulmalıydım. Kalfa bana Tom’un yerini söyleyene kadar ona bağlı kalacaktım ve sonra kaçacaktım. Yolculuğa çıkmama bir saat kalmıştı. Hemen yanıma bir sırt çantası aldım. Kalfa bana gülüyordu. Ama bu ilk tanıştığım sevecen olandı.
- Niye gülüyorsun?
- Sırt çantasına gerek duymayacaksın. Seninle birebir ilgilenilecek. En güzel otellerde krallar gibi yaşayacaksın.
- Bu mu gerçekten?
- Hayır, dedi. Gülmeye devam ediyordu. Onu kenara çektim ve:
- Sağ ol. Bunu ödeyeceğim. Yaptığın bütün yardımlar için. Ve bunu şimdi yapacağım. Sonradan konuştuğum gıcık kalfanın yanına gittim ve eski kalfayı gösterdim. Bu arada onun adının neredeyse hiç görünmeyen yaka kartından okumuştum: Jake. Jake’in terfi etmesi gerektiğini yoksa göreve çıkmayacağımı söyledim. Mecburen kabul etti ve Jake çıkabileceği en yüksek rütbeye çıkmıştı. Mutlulukk. Ama geçici. Neyse devam eden saatte helikopterdeydim. Ve sonra acayip lüks bir oteldeydim. Otele bakar bakmaz benim için fazla iyi ve gösterişli olduğunu anlamıştım. Çok harikaydı. Her an seninle ilgilenen görevliler, 20 kat, her şeyin en pahalısı… Burası cennet gibiydi. Sadece bir şey eksikti. Tom. Ertesi gün aşırı lüks kuş tüyü yatağımdan uyanıp suitimde gezerken ve özel oda servisinin bana getirdiği kuş sütü bile bulunan(ki başta buna inanmamıştım) kahvaltı tabağını yemeğe kıyamazken mikrofonumdan bir sinyal geldi. Kalfa Tom’un yerini söylüyordu. Mutluluk yine bitmişti. Ama bu sefer canım biraz bencillik yapmak istedi.
- Yarın çıkarım yola. Çok yoruldum. Dinlenmek istiyorum.
- Efendimiz dinlemez yorgunum morgunum. En fazla 1 saat ve sonra yola çık.
- Uff, peki.
Neden mi oyalanıyordum?
1- Tom’u öldürmek istemiyordum.
2- Bu otel çok güzel ve keyfini çıkarmak istiyordum.
3- İyi bir plana ihtiyacım vardı.
Şimdiii… Odanın keyfini çıkardım. Jakuziden, özel havuzuma kadar her şey vardı. Müzik makinesinin sesini açtım ve ateşimde(evet ateşim vardı) atıştırma barımdan maşmelow çıkardım ve onları kızartıp yedim. Sonra eğlenmek için makyaj malzemelerini suratıma abartılı abartılı sürdüm. Guitar Hero oynadım. Dvd izledim. Üç boyutlu sinema izledim. Robot hizmetçilerimin içeceğini limonatayla değiştirdim ve patladılar. Yani bayağı eğlendim. Plan kısmına gelince… İşte ondan pek emin değildim. Ama yinede yapacaktım. Başka çarem yoktu. Mikrofonuma bir sinyal daha geldi. Kalfa bana yola çıkmamı söylüyordu. Planımda helikopteri çalmak vardı.
- Beni buraya bırakan helikopter nerede?
- Göreve odaklan. Boşver helikopteri.
- Olmaz, dedim. Şimdi de iyi bir bahane lazımdı. Bulmuştum.
- Nedenmiş?
- Çünkü… Şey ben orada çok önemli bir şeyimi düşürdüm. Taş gibi ve çok küçük. O olmadan göreve başlayamam.
- Kaprislerinden sıkılmaya başladım.
- Ben olsam hayatım ellerinde olan biriyle böyle konuşmazdım.
Kalfanın köpürdüğünü biliyordum. Ama bana bir şey diyemezdi. Ne kadar istese de…
- Tamam, helikoptere söylerim.
Ama bulamayacaklardı. Çünkü öyle bir şey yoktu.
- Bulamazsanız, görev yerine getirtin helikopteri.
- İyi. Ve görev yerin şehrin merkezindeki park. O çocuğun bugün bir bombayı etkisiz hale getirmesi gerekiyor. Sana verilecek bombayı o bombayla değiştir. Dokununca eline zehir bulaşacak ve hapşırmaya başlayacak. Elini ağzına götürdüğünde ise ölecek.
Cevap vermedim. Ne demeliydim? Oleey falan mı? Mikrofon sinyal alıcısını kapattım. Bana verilen suitteki müthiş gardıroptan istediğim kıyafetleri seçtim ve giydim. Artık şu şehrin merkezindeki parka yani Sunset Parkına gidebilirdim. O gün hava kapalıydı ve soğuktu. Tıpkı ruh halim gibi… Şimdi izin verirseniz gidip en yakın dostumu öldüreceğim.
=Tom=
Birinci görevde başarılı olmuştum ama hiçbir sinyal alamıyorum. Galiba hatlarda bir bozukluk var. Birazdan ikinci görevime gideceğim. Aslında daha 2 saat var ama dayanamayacağım. Çantamdaki çerçeveden Amy’nin fotoğrafına bakıyorum. Kim bilir şimdi nerededir. Onun için yapmalıydım bunu. Hemen yanıma aldığım tek kıyafet olan kot pantolon ve t-shirtü geçirdim ve Sunset Parkına gitmeye başladım.
O gün şanssız günümdü herhalde çünkü hiçbir taksi beni almadı ve hiçbir otobüs ve hiçbir minibüs… Sanki beni almamak için bir talimat falan almışlardı. Sunset Parkına vardığımda gözlerime inanamadım. Hayal gücümün ürünüydü galiba bu. Ama tam karşımdaydı işte. Belki de değildi. Umurumda değildi. Onu bir kez daha görebilmenin sevincini yaşıyordum. Ama benim etkisiz hale getirmem gereken bombanın bulunduğu yere doğru koşuyordu. Hayır, dedim kendime. Onu yeni bulmuştum kaybetmek için çok erkendi. Durdurmalıydım. Bir şey, herhangi bir şey söylemeliydim. Ama ağzımdan sadece şu sözü haykırdım:
- Amy…!