Yandaki bir rütbeli başıyla haritayı işaret etti. Eylemleri buralarda gerçekleştireceğiz derken eylemlerin ne oluğuna dair bir fikrim yoktu. Tam soracaktım ki asker devam etti, sen buralarda bulunan kitlelere hitap edeceksin. Konuşmalarını biz hazırlayacağız sen sadece yüzünü göstereceksin.
Konuşması bittiğinde haritanın üzerinde kırmızı bayraklar ile işaretlenmiş bölgeleri inceledim. Polis merkezinin önü, meydan, pazar alanı, üniversite ve lise önlerindeki caddeler... Buralarda ne tür eylemler yapılacağını kafamda düşünmeye çalışıyordum. Sivillere zarar vermek halk arasındaki desteği azaltırdı, polis merkezine yapılacak saldırı büyük ihtimalle fedailerden oluşacaktı. Ancak ben henüz bu dava için ölebilecek kadar kendimi kaptırmamıştım. Kapıdan ilk girdiğimde beni karşılayan yüksek rütbeli asker bu günlük burada kalmanı rica ediyoruz Bora dediğinde bir anda irkildim. Şüphelerimi görmüş olacak ki Atilla ile aynı odada kalacaksınız diye beni telkin etti. Yan yanayken Atilla ile kendimizi daha güvende hissettiğimizi birbirimize itiraf etmiştik zaten.
Toplantı bitmiştir baylar diye gürledi rütbeli asker, ekranların önünde duran kadın öksürdü. Bu öksürüşte imalı birşeyler sezmiştim...
Saatin ilerlemesi ile birlikte kendimi bir anda yorgun hissetmeye başladığımı farkettim. O esnada Atilla gelip belimden sarıldı. Yanımızdan geçen iki eski sendika üyesi samimiyetsizce gülümsedi. Tanrı şahidim olsun bizden nefret ediyorlar dedi Atilla ve ardından somurtmaya benzer bir ifade yaptı. Ona dönüp, bizden nefret ediyorlar çünkü bizi tanımıyorlar dedim. Tam birşey söylemek için ağzını açmıştı ki, dudaklarına hafif bir öpücük kondurdum. Rahatlamış gibiydi.
Odamıza geldiğimizde üzerimi hızla çıkardım Atilla da aynını yaptı ve yatağa yanıma uzandı. Kolumu üzerine atıp sarılamadan uykuya dalmışım...
Sabah saatin alarmı ile uyandım. İlk eylem bu gün gerçekleşecekti. Her ne kadar çekincelerim olsa bile aileme yapılanlar kabul edilemezdi. Onları kurtarmalıydım, bu düzen kusurlu ve barbarcaydı. Ve değişim bu gün başlamak zorundaydı! Hemen hazırlandık Atilla'yı öperek uyandırdım. Uyanmaya çalışırken yorganı üzerinden atınca yarı çıplak bedenindeki gergin kasların çekiciliği ile tahrik olmuştum. Ama vakit yoktu, acelemiz vardı. Odanın kapısı tıklanınca yerimden sıçradım. Hemen kapıya koşup açtığımda dün toplantıdaki kadının karşımda dikildiğini gördüm. Sanıyorum ki sekreter yada yardımcı gibi birşeydi. Kendini tanıtırken adını ve bölümünü söyledi ama dinlemedim aklım hala Atilladaydı. Elime bir kağıt tutuşturdu. Konuşma metni işte tam o kağıtta yazılıydı. Metni okuduğumda bir yazar olarak vasat buldum. Hemen kağıt kalem alıp birkaç ekleme yaptıktan sonra tatmin olmuştum. Birkaç araç ile eylemcileri toplamak için broşür dağıtımına çıkan insanları gördüm. Ardından rütbeli askerin odasına yöneldim, az önce kapımda durup bana kağıdı veren kadın (adının Alev olduğunu yaka kartından az önce öğrenmiştim) bana içeri giremeyeceğime dair birşeyler söylerken hiç durmadan devam edip kapıyı açtım. Alev benden önce davranıp efendim kedisine söyledim ama dinleme.... rütbeli asker kadının sözünü tek bir el hareketi ile yarıda kesip onu gönderdi. Sonra bana samimiyetten uzak bir tavırla gülümseyerek Bora burada ne işin var prova yapıyor olman gerekiyordu dedi. Bu günki eylem sadece bir denemeydi, gerçekten konuşma yapmayacaktım kararlar bu yöndeydi, bu konuşma sonrası içindi.
Flamaya ihtiyacımız var dedim. Asker, ciddi anlamda boş gözlerle suratıma baktı. Flamadan kastın ne diye sordu kısık bir sesle. HKM'nin halkın gözünde bir sembole ihtiyacı var, mavi geyik! Onu bunun için yarattınız öyle değil mi? Üzerinde mavi geyik olan flamalara ihtiyacımız var diye yineledim. Birkaç dakika düşündükten sonra haklısın temsiliyete ihtiyacımız var tanınmaya ihtiyacımız var orduda yaptığımız gibi dedi. Bana hak vermesini beklemiyordum, şaşırmıştım belkide o kadar da samimiyetsiz biri değil diye düşündüm kapıdan çıkarken...
Birkaç saat sonra Atilla ile arabadaydık. Rütbeli asker ön koltukta oturuyordu. Bizse arka koltukta, sekreter Alev de yanımızdaydı. Alana yaklaşırken bağırışlar ve ıslıklar duyulmaya başlandı. Sokağın başında durduk ve kalabalığa baktık. İnsanlar ve bizim elemanlar duvarlara sprey boyalar ile mavi geyik çiziyorlardı. Mesaj yayılıyordu, buradaydık ve onlar vazgeçene kadar burada kalacaktık. Araçtan indim, Atilla da arkamdan indi. Rütbeli asker yerinden kımıldamadı. O kadar ilginç bir atmosfer vardı ki yeterli güzellikte kelimeleri bulamıyordum. İnsanların yüzlerinde bıkkınlık vardı, acınacak ifadeler vardı, bazılarının ise korku. Ama en baskın duyguyu gözlerde gördüm, öfkeliydiler, yönlendirilmeye ihtiyaçları vardı, bir lidere yada konuşmalarıyla hedef belirleyecek birisine. Ve o kişinin ben olduğum gerçeği o an yeniden üzerime çöktü. Sadece böylesi bir kalabalığı değil bundan çok daha büyük kitleleri hedeflerini verip serbest bırakacaktık. O gün eski sendikacı Mert bey konuşma yapacaktı, kendisine doğru koşup kürsünün yanına çıktım ve kulağına birkaç şey fısıldadım. Ardından mikrofona işte direnişçi genç yazarımız sizlerle biraz sohbet etmek istiyor diye haykırdı. Atilla sırıtıyordu ama gözleri yönetim bundan hoşlanmayacak der gibiydi. Umursamadım....
"Sevgili Aşrin tepeleri halkı, halkım! Radikallerin zulmunü yıllardır ensemizde hissediyoruz. Hepimiz öfkeliyiz, hepimiz kızgın ve yorgunuz. Ancak bu düzen böyle gitmez! Nefretiniz nefretimdir.... Çabanız çabamdır.... Omuz omuza sizlerle yürüyeceğimi bilmenizi istedim, ilk başlarda bende sizler gibi tereddütlüydüm. Şuankinden çok daha fazla korkuyordum. Ancak hükümet tek korkumu ve tek zayıflığımı elimden aldı, ailemi benden kopardıklarında kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı. (gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum)
O günden beri sessiz kalmayı denedim, içimde kaynayan öfke ve kine hakim olmak istedim yapamadım. Ama bu esnada da kendime zarar verecek eğlemlerde bulunmadım. Öfkenizi anlıyorum ancak nefret hiçbir şeyi çö......
-O esnada polis güçleri zırhlı araçlarıyla alanın etrafına geldiler. Neredeyse bir düzüne araç vardı. Kalkanları kaskları ve ellerinde demir copları ile korkutucu görünüyorlardı. Hiç zaman kaybetmeden kalabalığa doğru koşmaya başladılar!
Nitekim konuşmamın sonu şiddet sorunları çözmez beraber barışalım olarak bitiyordu. Yan tarafta mikrofondan sorumlu çocuğa sesi yükseltmesini işaret ettim. Kaslarım açık bir şekilde kaçmaya hazırlanıyordu. Atilla sahnenin önüne gelip durdu gitmemiz gerek diye bağırıyordu. Onu dinlemedim. Yeniden konuşmaya başladığımda sesim caddede çok yüksek bir şekilde yankılandı....
Dostlarım; bu gün bir kez daha gördük ki, bizle barışmaya niyetli değiller, asla da olmadılar. Öyleyse taleplerimizi iletmek için daha radikal yollar izleyeceğiz. Dostlarım haklı mücadelenizin sizi korkutmasına izin vermeyin. (bu esnada arkalarda yerlerde sürüklenen halktan insanları açık açık seçebiliyordum)
Boğazımı temizleyerek tüm direnişin seyrini değiştireceğini sonradan öğreneceğim şu cümleleri kurdum;
Dostlarım, "Savaşmayı öğrenin, barış artık yetmiyor....."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Başka Direniş Hikayesi
RomansNe yapmalıydık? Geceleri insanların evleri basılıyordu, ibretlik gösteriler sergileniyordu. Hak hukuk özgürlükler askıdaydı. Yöneticiler herşeye bir kılıf bularak insanları öldürüyor ve halka yalan söylüyorlardı... Kimsenin gerçekten nasıl öldüğü...