Bölüm 5 / İşte Benim Oğlum

61.8K 1.7K 181
                                    

Ertesi gün Glasgow'un en önemli yerlerini gezdik. Tyler'ın bulduğu tercüman işimizi çok kolaylaştırmıştı doğrusu. En azından insanların artık ne dediğini biliyordum.

Yolculuğumuzun son durağı olan Pollok Country Parkı'na doğru yola çıktığımızda yorulduğumu fark ettim. Sonuçta bir gün içinde onlarca yer gezmiştim ve ayrıca hamileydim.

Sanki yorulduğumu fark etmiş gibi Tyler bir elini belime koydu. "Yoruldun mu?"

Kafamı sallayarak onu onayladım. Yine de canım oturmak istemiyordu. "Yoruldum ama gezelim. Burası çok güzel."

Gerçekten de öyleydi. Yemyeşil ağaçlar, su sesleri, neşeli kahkahalar. Böyle bir yerin şehir içinde olması çok garipti çünkü bana ormanı andırmıştı. Bu kadar huzurlu bir yeri koruduğu için Glasgow belediyesini tebrik etmek gerekiyordu.

"New York'ta neden böyle yerler yok ki?" diye sordum bir elimi karnıma koyarak. Tyler sürdüğü bebek arabasını durdurdu ve bana bakmaya başladı.

"Ne?"

Derin bir nefes alarak elimle etrafı gösterdim. "Baksana. Keşke New York'ta da böyle yerler olsa."

Gözlerini etrafta gezdirdikten sonra ensesini ovalayarak bana döndü. "Tatlım burayı New York'a taşımayı bende isterdim ama Başkan'ın izin vereceğini sanmıyorum."

Söylediğim şeyi tamamen yanlış anlayan kocama şaşkınlıkla baktım. "Tanrı aşkına her şeyi parayla satın alamazsın! Bir parkı başka şehre taşımakta ne demek?"

Onun bu huyu sinirlerimi bozuyordu. Neye güzel desem veya bir şeyi beğensem aklı hemen 'bunu Hailey'e satın almalıyım' moduna giriyordu. Yahu bebeğim, koskoca parkı eve götürmek ne demek? Ne demek yani? Hasta ya cidden hasta.

"A-ov," dedi mahcup bir şekilde. "Ben sandım ki..."

Cümlesinin sonunu getirmedi. Bende zorlamadım. Şu an en son istediğim şey huzurumuzu bozmaktı. 

"Hadi gidelim," dedim adım atmaya hazırlanırken. Kolumu tutarak beni durdurdu ve kendine çevirdi.

"Kızdın sen bana," dedi dudaklarını büzerek. Sırıtarak elimin tersiyle karnına vurdum.

"Şirinlik yapma bana," dedim mız mız bir sesle. Gülerek beni yanına çekti ve kolunu omzuma attı. Diğer eliyle bebek arabasını tutuyordu.

"Otele dönelim mi?" diye sordu yürümeye başladığımızda. O an tercümanın ortadan kaybolduğunu fark ettim.

"Wook nerede?" diye sordum sorusuna soruyla karşılık vererek. Eli yavaş yavaş omzumu okşamaya başladı.

"Ona gitmesini söyledim. Artık ihtiyacımız kalmadı."

Neden böyle düşündüğünü anlamamıştım. Yani sonuçta hâlâ İskoçya sınırları içerisindeydik. Tercüman olmadan otele dönmemiz bile çok zordu. 

"Buradan sonra nereye gideceğiz?" dedim başımı omzuna yaslayarak. Omzumdaki eli sırtımı buldu ve saçlarımın uçlarını okşamaya başladı.

"Nereye istersen."

Parktan uzaklaşmaya başladığımızı fark edince kaşlarımı çattım. "Peki şimdi nereye gidiyoruz?" dedim endişelenerek. "Beni kaçırmayı mı düşünüyorsun? Biber gazım çantamda. Bir daha düşün derim."

Sırıttı ve saçlarımı eline dolayarak hafifçe çekti. "Tabii. Kendi karımı kaçıracağım. Ne mantıklı öyle değil mi?" Gözlerini kısarak bana sevimlice bakmaya başladı. "Yanında biber gazı mı taşıyorsun?"

Sırıtarak onu onayladım. "Evet. Taşımayayım mı?"

"Taşı taşı. Aferin. İlk defa ben söylemeden faydalı bir şey yapmışsın."

Walker Ailesi (Sarı Bela 2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin