zünü söyleyerek bitiriyordu: 'Damat en iyisi olmalı.' Zarri Banu teklifleri
geri çevirdiğinde, Habib gizlice onu destekliyor ve kararma minnettar
kalıyordu.
Öte yandan karısı, meseleyi bir annenin gözüyle görüyordu. Katıksız
çaresizlik noktasındaydı. Zarri Banu yirmilerinin sonundaydı ve hâlâ
görünürde bir evlilik yoktu. Kocasına, 'Ne zaman yuvasını kurup çocuk
yetiştirmeye başlayacak?' diye soruyordu sürekli ve Habib, hiç
umursamadan, yeterli zamanı olduğu yanıtını vermeyi alışkanlık haline
getirmişti.
'Güzel kızımızı işe yaramazla tekine mi vermek istiyorsun?' diye
sordu Habib. 'Onun yalnızca adı sanı duyulmuş ve toplumda bir yeri olan,
toprak sahibi bir aileden gelen, soylu bir erkekle evlenmesine izin veririm.'
Bunun üzerine, karısı onu görev bilinciyle paylardı. 'Öyle söyleme
Sahip Habib. Bütün çocuklar kendi ailelerinin gözünde değerlidirler, bize
gelen talipler de buna dahil. Onları sürekli geri çevirmek hiç hoş değil.
Senin ve kızının adları çıkacak. Aslında asıl mesele bir türlü seçim
yapamıyor oluşu olduğu halde, insanlar onun çok mükemmel, kibirli ve
dikkafalı olduğunu sanacaklar. Sen de işleri kolaylaştırmıyorsun. Talipleri
geri çevirirken onu el altından destekliyorsun, değil mi?'
'Saçmalama! Ben sadece kızımı çok sahipleniyorum ve onun için en
iyisini istiyorum.'
işte bu; sen kızını fazla sahipleniyorsun! Sorun da bu zaten. Bu
sağlıklı değil, Sahip Habib.' Şahzade suçlayıcı bakışlarını onun üzerine
doğrultmuştu.
'Şimdi iyice duygusallaşan işte.' Habib gülerek karısına sırt çevirdi ve
konuşmayı bitirdi.
İşte kızlarını görmeye ve onu tanımaya gelen misafirler buradaydı.
Eğer her şey yolunda giderse iki hafta sonra bir başka buluşma
ayarlanabilirdi. Eğer İskender ile Zarri Banu arasında ve her iki aile
arasında bir çeşit dostluk oluşursa, Zarri Banu onları İskender'in
Karaçi'deki evinde ziyaret edebilirdi.
Merhabalaşıp, karşılıklı iyi dilekler bildirildikten sonra, Şahza-
de'nin İskender'e kam ısındı, onu sevmişti. Gözleri sık sık onun ya-