Soğuğun tenimdeki imzası giderek daha da belirginleşiyordu. Karanlığım, ruhumu örterken bedenimin çıplaklığını unutup onu yalnız bırakıyordu. Ruhum daima üşüyordu fakat bedenim buna aldırış etmezdi. Bu kez ruhumdaki karlar erimişti ve damla damla bedenime doğru soluksuzca düşüyordu. Kendimi kötü hissediyordum.
Dışarısı yağmur kokuyordu. Gökyüzü benim için ağlamıştı. Gökyüzü ilk defa; kendini, ruhunu ve bedenini hissetmeyen birine ağlamıştı. Tuhaftı. Çok tuhaftı. Yaşadığım onlarca an ve geçirdiğim beş yıl, yok olmuştu. Ruhumun derinliklerinde kaybolmak gibiydi bu. Zihnimle ilgili değildi. Sadece hislerle alakalıydı ve ben hislerimi kaybetmiştim.
Karanlığımdan son bir yudum alıp ayağa kalkmıştım. Kapım her zamanki gibi kapalıydı. Pencereye doğru attığım bir kaç adımlardan sonra pencereyi açtım. Gökyüzü, gözyaşlarındaki hissizliği anlatmak istemişti toprakta. Nitekim başarmıştı da. Soğuk ruhuma alışkın olsa da bedenime yakışmamıştı. Sessizliğin bağırışlarını duyar gibiydim. Odanın ortasına doğru yavaşça ilerlediğimde, bedenimin ağırlaştığını hissettim. Kapıyı yavaşça araladım ve etrafa soluk bakışlar attım. Kapıdan etrafı seyir etmekle yetinmeyip çıktım. Evde kimse yok gibiydi.
Siyah koltuğun üzerinde bir tane battaniye duruyordu. Vural burada uyumuştu. Küçük masanın üzerinde iki tane kristal bardak ve yarıda kesilmiş viski duruyordu. Küllüğe bastırılmış beşten fazla da sigara izmariti. Bir parfüm kokusu vardı içeride. İyi gelmişti bu koku. Yeni gitmiş olmalıydı. Siyaha boyanmış mutfağa ilerleyip bir bardak su içtim. Evde kimse yoktu.
Fırsattı bu.
Üzerimden çıkarılan siyah pantolonum ve tişörtüm yoktu. Bir ümit kaldığım odada vardır diye düşünüp odaya baktım. Siyah pantolonum olduğu gibi duruyordu. Ve yanında askılarla süslenmiş tişörtler vardı. Siyah ve üzerinde beyazlıklar bulunan tişörtü giydim.
Evet gidecektim.
Yeni yeni dinmiş yağmurun izleri duruyordu tozlu sokaklarda. Soğuk hava, ruhumu kaleme alıyordu. Yavaş adımlarla mazimi gömdüğüm evden çıktım. Neredeydim bilmiyordum. İlerlediğim cadde boyunca hissettiğim tuhaf bir korku vardı. Geçmişime düşen karanlığın o içler acısı gölgesi, ruhumu dağıtan bir kaç kelimeye esir olmuştu. Başka başka yüzler görüyordum bu şehirde. Başka yaşanmışlıklar vardı buralarda. Bir adam ellerinin çatlamasını umursamayıp çöp topluyordu.
Üzerinde ıslanmış iki parça kıyafeti vardı. Yağmur, kimilerini iyi hissettirse de kimilerinin felaketi olabiliyordu demek ki. Adamın yanına yaklaştım. Saçlarına, geçmişin zulmünü eklemişti. Sakallarına düşen yağmur damlaları beyazlatmıştı sanki ruhunu. Geçmişi, ressamlığını konuşturarak göz çevrelerini kırışıklıklarla sarmalamıştı. Dudaklarındaki nahif ve buruk gülümsemenin altında kocaman bir devrim yatıyordu. Üşümüş olmalıydı.
Yağmurluğumu çıkarıp elime aldım.
"Merhaba"
İrkilmiş bedenini bana çevirip masmavi gözleriyle beni süzmüştü.
Yüzü bembeyazdı."Merhaba kızım"
Daha önce, sırf kıyafetleri yüzünden konuşulmamış ve insan yerine konulmamıştı belli ki. Utançla başını yere eğip parçalanmak üzere olan lacivert gömleğinin bir tarafına elini koyarak bir şey saklıyordu. Gülümseyerek yağmurluğumu ona uzattım.
"Bu sana hediyem amcacım fazla bir şeyim yok bu şehirde. Yabancı sayılırım hatta."
Gülümsedi. Böyle insanların gülümsemesini seviyordum. Birkaç kez mavi gözlerini kırpıştırdı ve kararsızlığa boğuldu. Ben biraz daha yaklaştırmıştım yağmurluğu. Ellerini uzatıp aldı ısrarlarıma dayanamayarak. Arkamı dönüp iki adım atmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mazi #Wattys2016
Fiksi Remajaeskiyi unutup önümüze bakmak isteyebiliriz ama Geleceği unutup geçmişe dönmeliyiz..