Elçin evinin kapısını açmak için anahtarı eline alıp asansörü beklerken Kaş'larını istemsizce kaldırmış dudaklarını ısırırken buldu kendini. Asansör geldiğinde aynada kendisine baktığında gerçekten yorgun görünüyordu. Göz altlarındaki morluklar fırsattan istifade özgürlüklerini ilan etmiş gözleri garip bir şekilde ağırlaşmıştı. Yüzündeki çizgilerin farkedilir boyuta geldiğini görünce birden gözlerini açarak aynada kendisini incelemeye daldığında asansörün kapısı açıldı. Kendi evinin katına gelmişti. Ayaklarını yere sürterek kapıyı açmaya çalıştı ama kilitlediği kapının açık olduğunu farkedince içeride onu bekleyen bir misafiri olduğunu anladı. Kafasını yukarı doğru kaldırdı gözlerini kapattı ve derin bir of çekerek burnundan uzun uzun nefes almaya çalıştı. Bu sırada kapının arkasına çoktan gelmiş olan Yunus'u karşısında görünce tepkisiz ama imalı bir şekilde;
-Sen ne ara geldin buraya? Beklemiyordum, hayırdır.
Yunus bir anda boynuna sarıldı ve elçini kendisine bastırdı. Telaşla; neredesin çabuk anlat telefonu da kapattın ulaşamadım kaza mı yaptın neyin var Noldu delirdim burda seni beklerken hadi anlat, Dedi.
Elçin hissiz bir şekilde Yunus'tan ayrıldı ve içeri geçerek koltuğa yorgun bedenini attı. Ellerini yüzüne kapattı ve bir of çekti. Bacaklarını bağdaş kurar pozisyona getirmiş öyle koltukta oturuyor sırtını koltuğun derinliğine yerleştiriyordu. Evinde olmanın vereceği rahatlığı arıyordu ama bir saniye susmayan karşısındaki Ada'ma baktı ve konuşmaya başladı. Gayet sakindi.
-Kaza falan yapmadım ama az daha yapıyordum, yolda biri beni durdurdu ve kaza yapmamı engelledi. O olmasaydı 140'la viraja girmiş olacaktım ve şu an bunu sana anlatıyor olamayacaktım mesela.
-Nasıl? Nasıl yani? Nasıl böyle bir hata yaparsın Elçin sen aklını mı kaybettin 140'la viraja girmek ne demek? Hem, hem Nasıl durdurdu seni kimdi o? Her şeyi detaylı bir şekilde anlatır mısın!
Yunus ne kadar telaş yapıyorsa Elçin bir o kadar sakince anlatmaya devam etti.
-İşte sonra İstanbul'a o getirdi beni. Arabam o mola yerinde kaldı. Bugün birini ayarlayalım da arabamı alsın getirsin.
Yunus tam birşeyler söylemeye hazırlanırken Elçin ; Ben yorgunum biran önce yatağa girip uyumak istiyorum. Felaket başım ağrıyor eğer burada olucaksan lütfen ses yapma. Şu an daha fazla konuşacak halim yok ne sen soru sor ne benden cevap bekle yunus. Ben yatıyorum hadi sonra görüşürüz. Dedi ve koltuktan ölü vücudunu zorlukla kaldırıp yatak odasına sürükledi. Bedenini yüz üstü yatağa bıraktı ve gözlerini kapadı. Odaya vuran gün ışığına aldırış etmedi ve elini baş ucundaki komodinde duran uyku gözlüğüne attı tek hamlede başına geçirdi. Dakikalar içinde uykuya dalmıştı...***
Akşamın ilerleyen saatlerinde başlayan sağanak yağmur adeta pencereyi tırmalıyordu. Sokaktan geçen her arabayla yolda birikmiş suyun çıkardığı sesle cama vuran yağmurun çıkardığı ses eşsiz bir uyumla kulağını dolduruyordu, yavaşça uykudan sıyrılan zihnini ayıltmaya çalıştı ve gözündeki uyku gözlüğünü sıyırdı. Gözlerini açtı ama odada sadece sokak lambasıyla damlaların camda bıraktığı şaheserin yansıması vardı ışık namına... Saatlerdir uyuduğunu düşündü ve başının Ağrı'sının geçmiş olduğunu farkedince rahatladı. Serin olduğunu farkettiği odasında derin bir nefes aldı ve yüzünü ovalayıp yatakta dikleşti Elçin. Gözünü pencereye, kulaklarını da yağmura dikmişti. Bir kaç dakika ortamın huzuruna bıraktı kendini, hiç bir şey düşünmedi. Sonra yavaş yavaş aklında beliren hatıralar onu bu huzurlu sessizliğinden kopardı. Aniden aklına gelenlerle birden ayağa kalktı ve başının dönüşüne aldırış etmeden kapının koluna elini uzattı. Ama eli kapının koluna değmeden yere düşüvermişti bile. Dizlerinin yerle buluştuğunda çıkardığı sesi duyunca şaşırdı ve ellerini dizlerinin üzerine koydu. Acısını çok fazla hissetmemesine rağmen kalkamadı. Ellerini yüzünde birleştirdi ve istemsizce sesli bir şekilde nefesini verdi. Bıkkınlıkla ayağa kalktı ve salona doğru ilerledi. Koltuğa oturduğunda aklına telefonu geldi ve çantasını aramaya koyuldu. Eve geldiğinde ne yaptığını yatağa Nasıl yattığını falan hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Boş gözlerle etrafa bakınırken masanın üzerine bırakılmış nota gözü ilişti ve eline aldı.
"İyice dinlendikten sonra geleceğim hatunum, ben gelene kadar toparlan lütfen!"
Yunus'un bıraktığı notu okuyunca yüzünde hiçbir ifade oluşmamıştı. Hatta hiçbir şey hissetmediğini düşündü. Kafasının yerinde olmaması buna sebep olabilirdi tabii ki? Başka ne olacaktı ki? Not elinde mutfağa doğru ilerledi, kendisine büyük bir bardak su doldurdu ve içerken alt dolabın kapağını açıp notu çöp kutusuna atmayı ihmal etmedi. Ayağıyla kapı kapatırken diğer yandan da mutfaktan çıkmaya hareketlenmiş suyu bitirmişti. Geçerken masanın üstüne öylece bıraktığı bardağın sesi evin sessizliğinde fazla keskin çıkmıştı. Ya da sert bırakmıştı, farkında olmadan. Çantası vestiyerde gözüne çarptığında ilerledi ve buraya neden bakmadığını düşünüp kendine söylendi. Telefonu eline aldı ve açtı. 4 cevapsız çağrı 3 mesaj vardı. Arayanlar Türkü, Annem, Yunus'tu. Annesi iki kere aramış ve ulaşamayınca da mesaj atmıştı. Yavaşça koltuğa otururken annesini aramak için tuşlara dokunduğunda elleriyle gözlerini ovuşturdu ve derin nefes alarak çalan telefonun açılmasını bekledi. Telefonun ucundan 'Pamuk şekerim nerdesin sen?' Diye telaşla konuşan annesinin sesini duyduğunda gergin bedeni otomatik olarak kendini rahatlatmıştı. Annesiyle çok uzun olmayan konuşması bittiğinde yüzünde hafif bir gülümsemeyle öylece dururken buldu kendini. Kaç dakikadır böyle sırıttığını bilmeden kafasını sağa sola çevirdi ve gözlerini kırpıştırarak telefonu elinden bıraktı. Karnının aç oluşunun verdiği hissi yeni yeni tanımıştı. En son hastanede yemek yemişti ve saatlerdir açtı. Hemen kalkıp mutfağa kendine bir şeyler hazırladı ve televizyon karşısına geçip yemek yemeye başladı. Kanallara göz gezdirirken birden ekranda gördüğü yüzle donakaldı. Bu barıştı. Aynı kanalda aynı dönemde farklı dizilerde oynamışlardı. Normalde göründüğünden daha farklı görünüyordu ve sert bir karakteri canlandırıyordu. Biraz izlemek istedi onu. Elindeki sandviçi unutmuş dakikalarca diziyi izlemişti...
Reklama girdiğini farketmediği televizyona öylece bakarken birden kafasını sağ sola hareket ettirip dalıp giden düşüncelerini geri getirmek istedi. Kucağında onu yemesi için bekleyen sandviçe baktı ve eline aldı. Düşünceleri hücuma kalkışmıştı anlaşılan. Yaşadığı son günlerin saçmalığını düşünüyordu. Ama toparlanması gerektiğini, bu durgunluğuna bir son vermesi gerektiğini zor da olsa idrak edebilmişti. Sağlığı yerindeydi, evet işi istemediği süreçler dolayısıyla bitmişti ama bu dünyanın sonu değildi. Hayatına kaldığı yerden devam etmesi gerektiğini kendine telkin veriyordu.
Sonunda sandviçi bitmiş ve doymuştu. Saat gece yarısıydı, yeni uyandığı için uyumayacağını biliyordu ve kendisine yapacak, oyalanacak bir şeyler bulmaya çalıştı. Önce uzun, sıcak bir duş almak için kendini banyoya attı. Küveti doldurdu, kulaklığını kulağına taktı ve son ses müzik dinlemeye başladı. Kendisini müziğe kaptırmıştı ve sıcak suyun etkisiyle gevşeyen vücuduyla kafasını da gevşetmeye başlamıştı.
Ne kadar süre orada olduğunu bilmiyordu, vücudunun soğumaya başladığını anladığında suyun soğuyacağı bir süredir orada olduğunu anladı ve kısaca köpüklerden arınıp kendini bornoza sardı ve mutfakta kendisine bir kahve hazırladı.
Koltuğa yerleştiğinde bilgisayarını kucağına aldı ve internette dolanmaya başladı. Karşısına çıkan magazin haberlerinden biri dikkatini çekmişti. Gupse Özay ve Barış Arduç isimleriyle başlayan haberi açtı ve okumaya resimlere göz atmaya başladı. Tepkisiz bir şekilde sadece göz gezdirirken Gupse'den neden hiç barışın bahsetmediğini düşündü. Gerçi böyle bir durum oluşmadı ama yine de varlığını bana belli edecek bir kelimesi bile geçmemişti. Garipsedi Elçin bu durumu, ama çok üstünde durmadı ve sayfayı kapatıp kendisine takip ettiği bir yabancı dizinin yeni bölümünü açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elbar - Hisset
Romance-Neye gülüyorsun sen öyle? Dedi... Barış gülmemek için dudaklarını kemirirken, çarpık gülümsemesi yüzünden ciddi olamıyordu bir türlü. -Yok, yok bir şey... -Ne demek yok bir şey! Neye güldüğünü söyler misin Barış? -Şey, tamam, ilk sahnemiz, ona ba...