Elçin hayatının geri kalanını hiçbir şey olmamış gibi devam ettirirken, göz ardı ettiği isimsiz düşünceleri uykudaydı. Ya da pusuya yatmış ve çıkmak için en uygun Zaman'ı kolluyorlardı da denilebilir. Geceleri uykuya dalmadan önce düşünceleriyle baş başa kaldığında hemen uykuya dalabilmek için yeni yeni yöntemler keşfetmişti. Hatta çoğu Zaman sabaha karşı koltukta uyuyakalmayı alışkanlık haline getirmenin sorumsuzluğunu hissediyordu. Şu anda çalışmıyordu, gelen dizi senaryolarını, reklam filmlerini, sinema filmlerini okuyor okuyor, okuyordu... Başay yardımcı oluyor ve eleneceği baştan belli olanları ona zaten hiç söylemiyordu bile ama yine de okuması için gelenlerin çokluğu onda garip bir kararsızlık yaratıyordu. İç sesine ve sezgisine oldum olası hep güvenirdi. Eğer en son yaşadığı hayal kırıklığını bir daha yaşayacaksa dünyanın en güzel senaryosu olsa dahi varım demeyecekti. Bekleyecekti. İçgüdüsünün git dediği yere gidecekti. Ama o kadar kolay olmayacaktı çünkü artık yaşı ilerlemeye ve Türkiye dizi sektöründe üst yaş skalasında yer almaya başlayacağı düşüncesi onu korkutuyordu. Hiçbir zaman bir Beren, Tuba, Bergüzar olmak istemedi ama yaşı onlara yaklaştıkça ve yıldızı parlayacağı yerde sönmeye devam ettikçe, vücudunu hüzün kaplıyordu. İzmir'den gelişiyle birlikte başlayan ve aşık olarak yaptığı bu mesleği için en iyi kararı vermek zorundaydı. Ve bu hiç zor değildi... Bir şey olması lazımdı. Bu öyle bir şey ki; 7'den 70'e herkesin seveceği ve benimseyeceği bir şey... Yoksa şansının yaver gitmeyeceğini bilmekten öte, hissediyordu. Hissetmek, elçinin yaptığı iyi şeylerden sadece birisi olmasına rağmen, tüm hayatını bunun üzerine kurmuştu. Hissetmek ona göre; dünyanın varoluşundan bugüne kadar yapılan her ne varsa, gerçek olmasının ilk aşaması buydu, hissetmek. Eğer hissedersen, başarabileceğinin kanıtıdır. Bu yüzden diğerlerini bırakıp oyunculuğa yöneldi. Ona göre her anını hissedebileceği ve yapabileceğinden emin olduğu tek meslekti oyunculuk. Aşıktı ona. Her oynadığı karaktere önce kendisi aşık olurdu. Sonra karşısındaki karakterin aşık olabileceği kadını yaratırdı. Hissederdi. Karakterin içine girdiğinde artık Elçin olmazdı, olamazdı. Çünkü farklı karakterlerin içerisindeyken olması gerektiği hisleri hissetmesi, kalbinin, ruhunun derinliklerinden geliyordu ve engelleyebileceği bir şey değildi bu. Varoluşunun temeli gibiydi. Öyle hissederdi. Bu yüzden de çok arkadaşı yoktu. Gerçekliğe ve samimiyet hissine ölümüne önem verirdi. Karşısında iki yüzlü ya da farklı hırslarla bürünmüş birini görmek istemezdi, tahammül edemezdi öyle insanlara. Önce insan olmalı, insana insan gibi değer vermeli, sevmeli, hoş görmeli ve saygılı olmalı... Küçük hırsları yüzünden büyük dünyaları mahvetmemeli... Benim kim olduğumla ilgilenmemeli, etiketlere takılmamalı. Beni ben yapan karakterle, düşüncelerimle ilgilenmeli derdi... Bana gelirken elleriyle arkasında bir şey saklamamalı, ceplerinde ne varsa ortaya dökmeli ve sadece kendisi gibi gelmeli... Kendisi olarak gelmeli...
Elçin düşüncelerinin nereye gittiğini fark ettiğinde ellerini ağzına götürdü ve şaşkın suratına hafifçe gülümsemesini yerleştirmeyi engellemedi. Gözünün önüne gelen bir çift gözle gözlerini kırpıştırdı ve kafasını sağa sola çevirerek görüntüyü bozmak istedi. Çalan kapının sesiyle irkildi ve Kaş'ları çatıldı. Beklediği herhangi biri yok gibiydi. Saat geçti. Kim geldiyse onun önemsediği ve yakını olan biri geldi diye düşündü. Aslında kastettiği yunustu ama sadece onu aklına getirmeye çekindi. Beyni ona yasak kelime olarak sevgilisinin adını kodlamıştı sanırım.. İstemediği düşünceler aklını ele geçirmeden aceleci davrandı ve kapıya doğru attı kendini ayağa. Her zaman yaptığı gibi önce mercekten bakacaktı kim olduğuna, ancak içinden gelen bir sezgi ile yapmadı. Kim geldi ise onu ilk gördüğünde vereceği tepkiyi onunda görmesini istedi. Göreceği kişinin umrunda olacağını hissederek bunların kararını vermiş gibiydi. Sessizce yaklaştığı kapıya sesli bir gürültü yaparak elini kapının üstünde duran anahtara götürdü ve gecenin sessizliğini kesmek istercesine sesli bir şekilde açtı kilitleri. Bir... İki... Üç...
Daha fazla olmalıydı kilit sayısı. Bu sabırsız dürtüsüne bir karşı koyuştu saçma sapan isteği. Hayatında ilk kez kapı açıyormuş, ilk kez hayatını değiştireceğini hissettiği bir şeyi yapıyormuşçasına hızla yapmıştı. Ani hareketleri gözlerinin odaklamasını yapmasını engeller nitelikteydi. Açtığı kapının yaptığı kısa ama yeterli rüzgar saçlarını savurmuş ve gözlerinin önüne getirmişti. Açılan kapı ile birlikte kapı açılana kadar sabitsiz kalan misafir yüzünden sönen harekete duyarlı ışık sönmüş olmalıydı ki o anda açıldı. Elçin gözlerini olması gereken yere sabitlediğinde bir an bu anın gerçek olmadığını, şu an yatakta on sekizinci rüyasının içerisinde olduğunu düşündü. Gözler, uzun süredir görmediği ama sanki az önce ondan ayırmışçasına tanıdık gelen gözler, onda şok etkisi yaratmış ve terlemeye başladığı vücudu ona birden Ateş'in üstünde olan bir tencerenin içerisinde olduğu hissini uyandırdı. Titreyen elleri kapı pervazının üzerine tutunurken, yere düşeceğini hissettiği için bu kadar kuvvetli bir baskı yaptırmıştı beyni. Görünen oydu ki şu an Elçin ne ellerine ne vücuduna ne kalbine ne de beynine hükmedebiliyordu. Beyni komutayı eline almış vücudunu yönetirken kalbi bambaşka bir orkestranın şefi gibi davranıyordu. O notadan şu enstrümana doğru kıpırdanan kalp atışları geçmeyen saliselerin geçeceğini hissettirdiğinde kaç saniyedir karşısında böyle durduğunu düşündü ve toparlanmaya, komutayı eline almaya çalıştı. Karşısında görmeyi hiç beklemediği ama hep görmek istediği gözler ona kopkoyu bir karanlık gönderiyordu. Sessizliği bozan elçinin kapının kolundaki eliydi. Bir anlık boşluğun verdiği sendelemeyle kapı kolunu tekrar tutmuştu. Boğazında yutkunamadığı şeyin ne olduğunu bilmediği için öksürmeye yeltendi ve o yumrunun geçmesini başarıyla sağlamış, konuşması için yeterli olacak miktarda oksijen doldurmuştu ciğerlerine. Çıkardığı çatallı sesin verdiği heyecana inanamadı. Kaş'ları istemsizce çatılmış, gözbebekleri büyümüştü. Ağzından tek bir kelime çıkmıştı ancak çıkan kelime bütün vücudunu alt üst etmiş görünüyordu.
-Barış?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elbar - Hisset
Romance-Neye gülüyorsun sen öyle? Dedi... Barış gülmemek için dudaklarını kemirirken, çarpık gülümsemesi yüzünden ciddi olamıyordu bir türlü. -Yok, yok bir şey... -Ne demek yok bir şey! Neye güldüğünü söyler misin Barış? -Şey, tamam, ilk sahnemiz, ona ba...