5.

19 7 2
                                    

Multimedia: Semih&Derin


Ağzım iki karış açık bir şekilde esneyerek güzel uykumdan uyandım. Yatağımın yanındaki sehpada duran saate bakmak için başımı çevirdim. Saat 11.23'ü gösteriyordu. Olamaz! Pikeyi üzerimden atıp aniden yataktan kalktım.12.00'de öğlenleri çalıştığım sahil kenarındaki Martı Cafede olmam gerekiyordu. Gardırobu açıp dizlerimde biten, yazlık beyaz sade bir elbise seçtim. Üzerime hemen geçirdim. Saçımı yapmak için lavaboya gittim. Beyaz kumaşın üstünde sarı benekleri olan bir bandana bulup saçıma taktım. Makyaj yapmayı sevmiyordum, sadece rimel sürmeyi tercih ediyordum. Sadelik en güzeliydi.
Suratımıda suyla yıkayıp çıktım.

"Benim oğluşum neredeymiş bakayım?"
Balkonda mamasını yiyordu.
Yanına gittim. Başını ellerimin arasına alıp sevdim.
"Anne işe kaçar adamım, gece görüşürüz." dedim öperek.
Dış kapıya yöneldim. Sarı converselerimi çıkartıp giydim.
Küçük kol çantamıda alınca evden çıktım. Karşı evi görünce dün tanıştığım Cem aklıma geldi. O da karşı dairede oturuyordu. Kendime komşu edinmiştim. İyi birine benziyordu. En azından sohbet edebiliyorduk!

Apartmandan çıktıktan sonra sahile yürümeye karar verdim. Haziran ayının havasını seviyordum. Zaten sahil o kadar uzakta değildi. Hızlı yürüyünce 20 dakikada varıyordum.

Nefes nefese cafenin kapısından içeri girdim. Vazgeçtim bir dahakine otobüse binecektim. Hemen tezgahın oraya yol aldım.

Semih'in yanına gittim.
"Tam tamına on beş dakika geç kaldınız Bay Hazar." dedi.
"Dev geldi mi Bayan Semih?"
"Şanslısın gelmedi." dediğini duyunca sevinç dansımı yaptım.

Semih buradaki en komik en eğlenceli iş arkadaşımdı. Gerçi biz iş arkadaşlığını çoktan atlarımızla atlayıp, abi kardeşe yol almıştık. Kısaca enerji kaynağım diyebilirdim. Hani şu aldığınız enerji içecekleri yerine Semih'i içseniz bir fark olmazdı. Hatta daha sağlıklı olurdu. Tamam yine saçmaladım. Semih'le birbirimize 'bay,bayan' diyerek hitap ediyorduk. Tabii işin garibi onun bana bay, benim ona bayan diyor olmamdı. Semih bütün yaşadıklarımda benim destekçim olmuştu. En kötü zamanlarımda beni güldüren o idi. Benim gözümde abimden bir farkı yoktu.

Dev ise patronumuz Yakup Beydi. Çok uzun bir adamdı. Hatta aşırı denecek kadar vardı. 1.90 boya sahipti. Biraz daha süt içseymiş dünya rekorunu kırarmış. Bizde çalışanlar arasında ona 'dev' lakabını vermiştik. Artık herkesin ağzına alışmıştı. Dev dediğimizi duysa ne yapardı düşünmek dahi istemiyordum. Çok sert, disiplinli biriydi. O yüzden soyunma odasına girip hemen cafeye ait olan kıyafetlerimi giydim. Tezgaha döndüğümde Derin'de oradaydı. Derin iki hafta önce işe başlamıştı. Fakat iki haftada çok iyi anlaşmış arkadaş olmuştuk. Bizim aramıza girmeye hak kazanmıştı. Semih zaten dünden razıydı. Acaba niye? Derin'e bakışlarını çok iyi farkedebiliyordum. Semih'i ilk defa böyle görmüştüm. Kıza bayağı tutulmuştu. Haklıydıda.
Derin, sarışın çok tatlı saf bir kızdı. Birazcıcıkta aptal sarışın olabilirdi.Ama iyi anlamda. Semih'in kendisini sevdiğini hala anlamamıştı. Ya da anlamak istemiyordu.Derin, Semih'i çok üzecek gibi duruyordu. Ve bende bundan çok korkuyordum.

İkisinede arkalarından bir anda zıplayıp sarıldım.
"Güüü naay dııın!"
Sırtlarına bir dana zıpladığı için acıyla inlediler.
"Öğlen oldu danacık."
"O zaman tüüü naay dııın Derin'cik." dedim yanağından makas alarak.
"Yine çok enerjiksiniz Bay Hazar."
"Efenim sizin kadar olamasakta idare ediyoruz."
Başıyla kapıdan içeri giren kızı gösterdi.
"Bak müşteri geldi. Marş marş Bay Hazar."
"Bekle beni müşteriii.." diyerek oturduğu masaya doğru koştum.

Menüyü verdikten sonra
"Buyrun efendim, ne alırdınız?" dedim. Kız biraz bakındı.
"Bir bardak buzlu limonata alabilir miyim?"
"Tabii hemen getiriyorum." dedim ve Semih'e söyledim.
Buzlu limonatayı verdikten sonra kıza götürdüm.

Bütün günüm müşterilerin istediklerini getirip götürmekle geçmişti. Mesai 17.00'te bitiyordu. Saate baktığımda 16.48'i gösteriyordu. Soyunma odasına gidip kendi kıyafetlerimi giydim. Odadan çıkınca arkadaşlarımın yanına gittim. Semih ve Derin full time çalıştıkları için birlikte çıkamıyorduk.
"Ben kaçar yavrularım."
"Görüşürüz Hazar'cık."
"Bay bay Bay Hazar."
"İğrençti." dedim ve iğrenerek baktım.
"Esprimi kıskanmada hadi git." dedi gülerek.
El sallayıp cafeden çıktım.

Daha kadraj cafeye gitmeme çok zaman olduğu için biraz biriktirdiğim paralarla ev için alışveriş yapmaya karar verdim.
Samsun'u nedensizce çok seviyordum. İnsanlarını, dar sokaklarını, denizini, havasını...
Kısacası her şeyini. Hep gittiğim büyük avm'ye gitmek için bir tane taksi durdurdum ve bindim.İhtiyacım olan tuvalet için bir lamba, mutfak için yemek masası ve odam için perdeydi. Aslında odamda eski oturanlardan kalma eski bir perde vardı. Ama ben odamı istediğim bir şekilde düzenlemek istiyordum. Odamdaki bütün eşyaları sarı yapmayı düşünmedim değil. Ya da deniz mavisi. O iki renge bayılıyordum. Zaten yatak örtüm sarı, halım ise mavili yeşilliydi. Perdeyide onlara uygun bir renk seçmeyi planlıyordum.

Taksiciye parasını verip indim. İlk önce lambayı almak için lambacıya uğradım. Her tarafta çeşit çeşit lambalar asılıydı. Gözüme tuvalet için küçük sade bir lamba kestirdim. Görevliye bunu istediğimi söyledim ve paket yaptılar. Masaların olduğu bölüme girdim. Farklı bir model istiyordum, klasik masalardan istemiyordum.
Köşede bir masa dikkatimi çekti.Gerçek odunları dizip rengarek boyamışlardı. Üstününde dümdüz olması için cam yerleştirmişler. Sandalyelerinide kalın odunlardan yapıp boyamışlardı. Bu masaya bayılmıştım. Hemen görevliye bunuda paket yapmalarını söyledim.
Papatyalı bir perdede seçtikten sonra bütün paket yaptırdıklarımı kendim taşıyamayacağım için evime getirmelerini söyledim. İşimi hallettikten sonra kadraj cafeye yürümeye başladım.

Cafeye girdiğimde köşedeki masada Demir iki kızın istediklerini kağıda yazıyor, kızlarda ona yiyecekmiş gibi bakıyorlardı. Kapıyı kapatmamla üçüde bana döndü. Neden dönmüşlerdi diye düşünürken kapıyı çok sert kapattığım aklıma geldi. Bakışlarımı onlardan çekip tezgaha doğru gittim. Çantamı astım ve önlüğümü giydim. Çok yorulduğum için hemen oturdum. Demir yanıma gelip kağıdı tezgaha sertçe bıraktı.
"Bunları onlara götür. Benim işim var." dedi ve kapıdan çıktı.
Emir veriyor bir de ukala. Kerim ağabey bu çocuğu oğlu gibi nasıl seviyordu hala anlamış değildim. Başka bir seçeneğim olmadığı için kağıtta yazan çilekli kekleri götürdüm. Masaya sertçe bıraktım ve onlara kötü bakışlarımdan yolladım. Neden böyle bir şey yaptığımı bende anlamadım.
Kızlar pastalarını yiyince ücretlerini ödeyip çıktılar.
Sandalyede oturmuş öylece etrafa bakınıyordum. Hiç müşteride gelmiyordu. Aşağıya inen merdiveni gördüm. Hadi ama canım çok sıkılmıştı birazcık bakınmaktan zarar gelmezdi. Telefonumun ışığıyla merdivenlerden inmeye başladım. İnince düğmeye basıp ışıkları yaktım. İçerisinin dünden bir farkı yoktu. Burası yukarısından daha genişti. Biraz daha ilerledim. Yerlerde hep buruşturulmuş kağıtlar vardı. Gözüme küçük bir kapı ilişti. Her yerde bir kapı vardı. Vaov çok gizemli. Merakımı gidermek için küçük kapıyı açtım. Ve dört duvarla karşılaştım. Yerde serilmiş minderler vardı. Küçük bir yerdi. Hafif üşümüştüm. Havaya bakmamla muzzam gökyüzünü gördüm. Işıldayan yıldızlar vardı. Çatısının olmaması garipti ama bir yandanda çok güzeldi. Minderlere bacaklarımı uzatarak oturdum. Gökyüzünün tadını çıkardım. Üşüdüğüm için mayışmıştım. Can sıkıntısından yıldızları sayarken gözlerim karanlığa teslim oldu.

KADRAJIN ARDINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin