ep6: "wherever you are."

5K 313 31
                                    

Playlist: Nick Jonas feat. Tove Lo - Close

* * *

Tanrı aşkına, benim burada ne işim var?

İç sesim haklıydı.

Fakat yine de bir eksiklik vardı. Kafamı çevirip anlamsız bakışlarımı arabayı önüne çektiğimiz binaya yönelttim. Asıl sorun, Tolga'yla beraber burada ne işim olduğuydu. Sabah sabah Gold Yapım'ın yöneticilerinin olduğu binada ne işimiz vardı?

"Sana telefonda tam olarak ne söylemişlerdi?" diye mırıldandım hâlâ uyku sersemliğini atamamış bir ses tonuyla. Arabadan inip şirket binasına girdiğimiz sırada Tolga hızlıca valeye anahtarları bırakıp yanıma geldi.

"Sorunda bu. Tam olarak net bir şey söylemediler. Sadece acil bir toplantı olduğundan ve bizi beklediklerinden bahsettiler. Bende anlamadım."

Bizi derin uykumuzdan uyandıran şey, Tolga'nın telefonuna gelen ısrarlı aramalardı. Birlikte uyuyakaldığımız gerçeğini bir kenara atarsak, soluğu dışarıda almıştık. Kahvaltı bile etmeden arabaya atlayıp toplantının yapılacağı binaya geldiğimizde kafamda bu çılgın toplantı fikri için her bir yöneticiyi tebrik etmek gibi saçma sapan şeyler dönüyordu.

Sahiden bu kadar önemli olan neydi?

Girişteki görevli personel bizi koridorlardan koridorlara geçiştirirken telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Ekrana baktığımda mesajdan çok, dijital saat kısmı canımı sıkmıştı. Hadi ama, saat on bile değildi! Neden bu kadar erken olmak zorundaydı bu lanet şey?

Mesaj bildirimini yok sayıp telefonu, sabah aceleyle çıkarken koluma takmayı akıl edebildiğim siyah çantaya atarken Tolga'nın ne zamandır üzerimde olduğunu bilmediğim bakışlarını fark ettim.

Açlık hissimi bir süreliğine bastıracak şekilde bakışlarına karşılık verip, "Buradan sonra kahvaltı etmeye gidelim mi?" diye sordum. "Harika krepler ve peynirli omlet yapan bir kafe biliyorum. Ne dersin?"

Bizi kapıdan almakla görevli olan adam ikimizi toplantının yapılacağı odaya bırakmadan önce, Tolga usulca gülümsemekle yetindi.

Midemin rahatsızlığından dolayı uzun bir süre yemek yiyememiştim. Yani çikolata ve diğer atıştırmalıkları saymazsak...kesinlikle açlıktan geberiyordum.

"Hoşgeldiniz, Hande Hanım." Toplantı odasının kapısından içeriye girer girmez bizi Haldun Bey karşıladı. "Ve sende hoşgeldin, Tolga." Bana karşı oldukça nazik bir tavırla yaklaşsa da, ardından Tolga'ya döndüğünde yüzünde oluşan hoşnuzluk dolu ifadeyi kaçırmamıştım. Sabah mahmurluğuma rağmen dikkatliliğim sayesinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezebiliyordum.

Masanın etrafındaki insanlar topluluğuna doğru yürürken Tolga benden önce davranarak centilmence bir hamle yapıp sandalyemi geriye çekti ve ben oturduktan sonra, hemen karşımdaki sandalyeye yerleşirken birkaç rahatsız bakışı üzerimizde hissettim. Burada neler döndüğünü bilmiyordum ve bu beni içten içe korkutuyordu.

İkimizin üstünde gezinen bakışları yok sayarak masanın üzerinden Tolga'ya doğru eğildim. "Garip bir şeyler dönüyor..." diye fısıldadım. Kafasıyla beni onaylarken bir anlığına masanın en başında oturan adamla gözlerimiz buluştu. Geri çekilen taraf ilk ben oldum çünkü insanı dehşete düşüren bir gülümsemeyle bakıyordu. Sahi onu daha önce gördüğümü hatırlamıyordum. Ne film için ayarlanılan ilk görüşmede ben imza atarken, ne de basına açık görüşmede onu gördüğümü hatırlamıyordum. En azından yüzünün tanıdık gelmesi gerekmez miydi? Baş koltukta oturmasına rağmen bizim onunla daha önce hiç karşılaşmamamız ne kadar normaldi?

Islak İmza // hantol Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin