Sparks Fly | bölüm 14 ♣

1.1K 61 8
                                    

STORY OF MY LIFE AÇIN OKURKEN. ÖPÜLDÜNÜZ :**

♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥

"Ne yapıyorsun?" sen diye cırladım George'a. Daha sonra onun üzerinden kalktım ve bluzümü giyip, koşar adım dışarı çıktım. Her şey... Fazla ağırdı. Ve ben lanet olsun ki hala onu seviyordum. Onun evinin önünde bir süre durdum. Duvara yaslanıp, ağlamamın geçmesini bekledim, çünkü Lindsay beni bekliyordu ve onun beni böyle görmesini istemiyordum.

Güçlü davranacaktım. Güçlü olacaktım. George'u unutup, yoluma devam edecektim. Lindsay'ede onun sırrından bahsetmeyecektim tabi.

Anahtarımı yanıma aldığım için kendime teşekkür ettim ve merdivenden parmak uçlarımın üzerinde odama çıktım. Lindsay, i-pod'un da müzik dinliyordu. Dikkatini çekmek için kulaklığını çıkarttım ve daha sonra gardrobumun başına geçtim. O aptal blüze George'un kokusu sinmişti. "Ee anlatmayacakmısın ne oldu?" diye Lindsay 3. kez tekrarladı. "Hiç bir şey." dedim omuz silkerek. Bir yandan pijamalarımı giyiyordum. "Nasıl hiç? Anlatmadımı?" Onun yanına oturdum ve "Hayır. Aptal işte." dedim. Sesim titremişti bunu derken. "Bir şey var. Söyle! Seni 13 yıldır tanıyorum aptal." dedi Lindsay ısrarla. 16 yaşındaydık ve biz 3 yaşından beri arkadaştık evet.

"Cidden yok. Biliyormusun Taylor, beni bir yere davet etti. Hiç bulunmadığım bir yere."

Konuyu dağıtmam lazımdı.

Şaşkın gözlerle bir kaç saniye bana baktıktan sonra "Ne var bunda?" dedi. "Nemi var? O tam bir gıcık. Aptal. Bencil. Sinir. Hödük. Manyak!" dedim sinirle. Bu kelimeler tamda onu açıklamıştı. "Ona kedinin fare bağırsağı kustuğunu söyle." dedi parmağını şıklatarak. Ah. Fikre bak.

"Kedim olmadığını biliyor. Buraya iki kez geldi." diye mırıldandım. "En azından anlar, onunla buluşmak istemediğini." Lindsay, haklıydı. Yarın, sabah erkenden ona mesaj atacaktım. Yada arayacaktım. Esnedim ve  yatağıma iyice yerleştim. "İyi geceler Lindsay." "Sanada." dedi ve yere serdiği çarşafa yattı.

Sabah'ın erken saatlerinde kalktım. Sanki hiç uyudumda. Bütün gece George'u düşünmüştüm. Keşke onunla yattıktan sonta ayrılsaydık. Ne diyorum ben be!? Yataktan kalktım ve aşağı indim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Boğuluyormuş gibiydim. Sanki ne yapsam hep mutsuz kalacaktım. Sanırım bu depresyondu. Mutfakta bir kaç tur attıktan sonra çaresiz odama döndüm ve giyindim. Şort, yarım atlet ve spor ayakkabı. İngiltere soğuk bir yerdi ama üşümekten korkmuyordum. Bana acımı unutturuyordu bilirsiniz.

Bütün günüm aptalca şeyler yaparak geçmişti. Ders bile çalışmıştım. Hatta şimdide çalışıyordum. Kapı çalınca kitapları mutlulukla kapadım ve aşağı indim. Babam, burada ki sosyeteyle çabucak kaynaşmış ve  bir kaç proje yapmaya gitmişti. Büyükannem, arkadaşlarıyla adını hatırlayamadığım bir ormandaydı ve Lindsay'de Ian'le birlikte sinemadaydı. Yani hiç biri şimdi gelmezdi. George? O olmalıydı. Bu fikir aklıma gelince nedense daha hızlı yürümeye başladım ve kapıyı açtım.

Büyük bir hayal kırıklığıyla "Senmiydin." dedim Taylor'a.

"Unuttun..."

Ah! Nasıl unutabilirdim ben ona mesaj atıp bunu iptal etmeyi. Lanet olsun.

"Hayır. Tabiki unutmadım. İçeri geçsene. Büyükannem turta yapmıştı. Onu ye, bende çıkıp giyiniyim."

Taylor, içeri girerken ona "Ne giymeliyim?" diye sordum.

"Kanunun izin verdiği en az şeyi." derken, yüzümün kızardığını anlamıştım.

Yukarı çıktım ve telefonu elime alıp Lindsay'e Taylor geldi. Ve onunla Giggle's Bar'a gidiyorum. Lütfen sende gel sana adresi atıyorum. Lütfen. diye mesaj attım. Taylor'a güvenmiyordum. Onunla öyle bir yerde bulunmak isteyeceğim son şeydi. Hala dedikleri aklıma gelince titriyordum.

Sparks FlyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin