Kitap 2: Chibui Dağı, Bölüm 1 - Yüz

18.3K 1.4K 730
                                    

Kitap 2: Chibui Dağı, Bölüm 1 - Yüz 

Maddle'nin gözleri, gördüğü son kişinin Zend olmasının verdiği rahatlıkla yavaşça kapandı.

''Hayır!'' Zend hüzün ve acıyla sesinin çıktığı kadar bağırabildi. Şu an son derece üzgündü, ama hangisine daha çok üzülüyordu bilmiyordu. Maddle'nin ölmüş olmasına mı, yoksa onu öldürenin kendisi olmasına mı? 

Maddle'yi de geçince, biraz önce seyircilerden ölmemiş olan yüzlerce kişiyi öldürmüştü. Ama onlar hak ediyorlardı, kan ve vahşet görmeyi seven seyirciler için kanlı bir son olmuştu. Yuathra Dev Kertenkelesi onlara derslerini vermişti. Ama Maddle... O sadece Zend ile görüşmek için buraya gelmişti. Hiç suçu yoktu. Zend ona iki yıl önce bu turnuvaya geleceğini söylediği için kendine defalarca lanet etmişti. Sonuçta o suçsuz yere ölmüştü, ölme sebebi Zend'di, üstüne onu öldüren de Zend'di. Bu düşünceler Zend'in kalbini baştan başa yiyordu, Zend'in acısı, onun tüm vücuduna yayılmaya başlamıştı. Artık sadece kafasında değildi. 

Zend şu ana kadar hissettiği en kötü duygunun, şu an hissettiği duygu olduğunu düşündü olduğunu düşündü. Vicdan azabıyla yanıyordu, son derece öfkeliydi, aynı zamanda yaşadığı kocaman bir hüzün vardı. Neden öfkeliydi bilmiyordu. Öfkelenmesi gerekli miydi? Öfkesi kimeydi? Zend ağlarken bir yandan da düşünüyordu. Kendine öfkeliydi. Öfkesi tamamen kendisineydi, beyni onun suçlu olduğunu söyleyip Zend'in kendine öfkelenmesini sağlarken, kalbi Maddle için yas tutuyordu. Bu daha önce yaşadığı hiçbir şeye benzemiyordu. Ölmek, şu anı yaşayıp sırtlamaktan daha kolaydı. Ne olursa olsun, Zend Maddle'ye saygısızlık olmaması için bu acıyı sonuna kadar yaşayacaktı. Şu an ölmek kolay yoldu, ölünce hemen düşünceleri onu rahat bırakabilirdi. Ama Zend'in istediği bu değildi. Zend, Maddle'nin ölümünün acısını sonuna kadar sırtlayacaktı. Ondan kaçıp saklanmayacaktı, onunla yüzleşmeliydi. Ancak böyle, diğer hayatında Maddle'nin yüzüne bakabilirdi. 

Hinia'nın sessiz hıçkırıkları, sessiz olmalarına rağmen şu an Zend için dünyadaki en sesli şeyler olmuşlardı. Her an Zend'in kafasının içinde yankılanıyorlardı, her an sesleri gittikçe artıyordu, Zend, her an biraz daha öfke ve hüzünle doluyordu. 

''Hinia... Özür dilerim, bu benim suçum. Onu buraya çağıran da, onu öldüren de bendim. Özür dilerim... Özür dilerim...'' Zend inleyerek konuşmaya başladı. ''Eğer onun buraya gelmesini sağlamasaydım...'' 

''Yine ölecekti.'' Zend konuşurken, biri sözünü kesti. 

''Ne?'' Zend hüzünle kafasını sese doğru kaldırdı. ''Ne?!'' sesini istemsizce yükseltti. ''Onu buraya ben çağırdım. O buraya gelmeseydi şu anda hayattaydı!'' Zend'in öfkesi, hüznüne karşı baskın gelmeye başladı.

''Hayır, yine ölecekti. Tanrıların ona biçtiği ömür bu kadardı. Başka bir şekilde, başka bir sebepten ölecekti.'' biraz önceki ses yine yükseldi. 

''Sen! Sen nasıl olur da böyle söylersin! O buraya gelmeseydi kesinlikle yaşayabilirdi. Tanrıların ona biçtiği ömrü yok eden ve onu öldüren benim!'' Zend kafasını tamamen kaldırmıştı ve gözünden akan gözyaşlarının buğulandırdığı gözlerini temizledi, karşısında, ona seslenen kişiye baktı. Şu an arena tamamen boşalmıştı. Seyircilerin hemen hemen hepsi şoka uğramış ve gitmişlerdi. Kafasını kaldırdığında, geçen hafta gördüğü siyah gözleri ve siyah kapüşonu, eldivenli elleri gördü. Siyah kapüşonlu adam onunla konuşuyordu. Zend ilk başta ne diyeceğini bilemedi. Ama... O da suçluydu! 

Yua biraz önce yaşadığı baskı yüzünden bayılmıştı. Ama Yua bir savaşçıydı ve üç yıllık eğitimi onu dayanıklı bir hale getirmişti. Bayılmış olabilirdi, ama vücudu kendini çabuk toparlamıştı. Başında biraz ağrı olsa da şu an çok kötü bir durumda değildi, biraz önce olanlar sıradan şeyler değillerdi. Daha fazla ilginç olay olabilirdi ve Yua'nın bunlardan birini bile kaçırması çok kötü olurdu. Böyle bir durumda bayılmış bir şekilde kalamazdı. Yua şu an şok içindeydi. Ayılınca aklında neden bayıldığı, bayıldığı baskının nereden geldiği, bu baskıyı kimin oluşturduğu gelmemişti. Ama şimdi hafızası düzelmeye başlamıştı ve net bir şekilde, Zend'in ellerinden çıkan iki tane garip görünümlü top şeklindeki şeylerin serbest kaldığı anda oluşturdukları baskıdan dolayı bayıldığını hatırlıyordu. O şeyler, kendi üzerine gelmese bile o Yua'ya o kadar yoğun bir baskı yapmışlardı ki, Yua bayılmıştı. O şeyler açıkça çok güçlülerdi. Onların hedefi Yuahtra Dev Kertenkelesi'ydi, ona doğru ilerlemişlerdi. Yine de etrafa yaydıkları enerji Yua'nın kolayca bayılmasına neden olmuştu. Yua kafasını çevirip seyircilere baktığında, bu etkinin sadece kendi üzerinde olmadığını da fark etti. Biraz önceki saldırıda ölmeyen, hemen hemen herkes şu an baygındı. Yua Yuathra Dev Kertenkelesi'nin cesedine, daha doğrusu ondan geriye kalanlara baktı. Kuyruğu ve ayakları dışında artık ondan eser yoktu. Hem de o Kutsal Seviye'deydi. Yua onun görünüşünden bunu hemen anladı. Kutsal Seviye bir yaratığı iki saldırıda böylesine ezici bir şekilde öldürmek... Bu inanılmaz bir şeydi! Ayrıca biraz önce kertenkelenin arkasında kalan arenanın da artık yarısı yoktu. Duvarda kocaman bir delik açılmıştı, bıçakla oyulmuş gibi tamamen oranlı ve kusursuz bir delikti bu. Duvardaki yuvarlak tamamen düz bir şekilde ilerliyordu, hiçbir yamuk yoktu. Pürüzsüz bir görünümü vardı. Belliydi ki, Yuathra Dev Kertenkelesi'nin yarısını yok eden şey bu duvarı da yok etmişti. Bu ne demekti?! Bu inanılmaz bir şeydi! Hem de bunu yapan sadece on yaşındaki bir çocuktu! On yaşındaki bir çocuk! Üstelik bu çocuk... Zend'in ta kendisiydi! 

Argenta 1-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin