"Saat: 17.21 Yer: Cascais Açıkları, Portekiz"
Bir üniformalı asker, geminin koridorlarında koşarak binbaşının yerini arıyordu. Bir astsubaydı ve bu kadar acele içinde olması önemli bir durumun habercisi olduğunu gösteriyordu. Neyse ki bir süre sonra aradığı adamı kamarasında buldu.
"Binbaşım... Amerikan bayrağı taşıyan bir yük gemisi... sınırlarımıza yaklaşıyor."
"Tamam, asker. Niye bu kadar heyecanlısın? Sıradan bir düşman gemisi."
"Ama bu düşman gemisinden telsiz çağrısı alıyoruz, efendim."
"Hmm, bak bu sıradan değil. Çabuk çağrıyı bana yönlendirin. Bakalım ne işler dönüyor."
Astsubay kolundaki saatten, gelen çağrıyı kamaradaki telsiz telefona aktardı. Binbaşı azıcık suyla boğazları temizleyip telefonu açtı.
"Evet, kiminle konuşuyorum?"
"Nuwerde operasyonunda kaybolan süper asker Mert Batur'la efendim."
Şaşkın bir sesle "Mert! Gerçekten sen misin?" dedi. Ardından kendini toparlayarak "Öyleyse gemini durdur ve güverteye çık." diye devam etti. Mert de dediklerini yapıp onu doğrulamalarını bekledi, birkaç dakikaya onun gerçekten süper asker olduğunu belirleyip binbaşının bulunduğu uçak gemisine aldılar. Binbaşıyla konuşurken bir askeri helikopter, gemiye yaklaştı. İçinde Portekiz'in kara kuvvetlerinden bir albay ile yarbay vardı. Hepsi toplanıp kumanda odasında toplantı yapmaya gittiler.
Başlangıçta Mert'in kaybolduğu zamandan beri nerede olduğunu ve ne yaptığını soran subaylar üzerindeki zırh ve silah hakkında soru sormaya başladılar:
"Asker Mert, o zırhın veya kolların proje çizimleri var mı?"
"Üzgünüm yarbayım, öyle bir şeye sahip değilim."
"Emin misin? O Aakil adındaki adamın evinin bir yerlerinde görmüş olabilirsin, iyi düşün."
"Dediğim gibi, öyle bir şey yok. Ne cebimde ne de zihnimde."
"Anlıyorum ama..."
Albay hışımla oturduğu sandalyeden kalkıp "Tamam beyler, bu kadar sorgu sual yeter. Hem süper asker de daha yeni yoldan geldi. Onu rahat bırakalım, biz devam ederiz." dedi. Binbaşıya kafasını salladı. Binbaşı hemen Mert'e dönüp "Süper Asker, öncelikle Afrika'dan gelen saldırıyı engellediğiniz için sizi tebrik ederim. Sizi birazdan botla karaya bıraktıracağım ama ondan önce size yeni korumanızı göstereyim." diyerek kapıyı kaçtı. Sırtında keskin nişancı tüfeği olan, koyu kamuflaj takımı giymiş bir kadın vardı. Sol gözünde de siyah bandaj vardı. Karşısındaki kadını görünce donakaldı. Sanki onu daha önceden görmüş gibi hissetti.
İkisi de kımıldamadan bir süre durdular Binbaşı hemen araya girip Mert'i odadan çıkardı, kapıyı kapatmayı da unutmadı. İkisinin omzundan tutarak "Evet, bu Bayan Maria Matos. Kendisi Ulusal Ordu'nun Özel Harekât Timleri'nin Keskin Nişancı Ekibi'nden. O ekibe yaklaşık binden fazla insan başvurup sadece iki yüz tanesi kabul görmüş ama onlardan da geriye doksandan az asker kaldı. Yani o sana iyi bakar, rahat ol. Ben içeri geçiyorum, siz arka güverteye doğru gidin, aracınız orada." diye konuştu. Ardından kumandan odasına geri döndü. Geriye iki özel asker, koridorda baş başa kaldılar.
Yine sessizce birbirlerine baktılar. İkisi de sohbet etmek istiyor ama konuşmaya başlayan olmak istemiyordu. Sonunda Maria dayanamayıp elini uzattı.
"İyi günler, Bay Mert. Tanıştığımıza memnum oldum."
Mert de onun elini sıktı. İkisi de deminki kaskatı durumdan kurtulmuştu. Konuşmaya devam ettiler.
"İyi günler, ben de öyle... Öyle de sanki sizi daha önceden gördüm gibi."
"Ulusal Ordu'nun keskin nişancısını görmek kolay değildir. Yani beni önceden gördüğünüzü sanmıyorum."
"Olabilir. Öyleyse zamanla birbirimizi konuşarak tanırız."
"Aynen ama şuan için en iyisi karaya çıkmak. Akşama doğru bir toplantı olacak. Kıyıya yakın bir yerde ama bot sadece bize lazım değil, o yüzden biraz uzağında ineceğiz."
"Anladım."
İkisi de arka taraftaki bota binip yakınlarındaki limana doğru yol aldılar, sessiz bir şekilde. Limana varınca Mert gördüklerine inanamadı. Kıyıdaki tüm binalar hatta yollar paramparça olmuş haldeydi. Görünen o ki onun olmadığı zamanlarda yapay zekâ sadece kuzeyde ilerlememiş. Bottan inip yürümeye başladılar, tabi kaldırım taşlarına ve büyük asfalt parçalarına tırmanmayı yürümekten sayarsak. Bu şekilde ilerleyerek kıyı yolundan çıkıp daha düzgün bir yola girdiler. Oldukça uzun bir süredir yürüdüler ki güneş yerini aya bırakmıştı ama koskocaman çimenlik alanın üzerine yapılmış kumarhane binasında, yani davet alanındaydılar.
Mert tam içeri girecekken yerinde duran Maria'yı fark etti. Ona dönüp "Sen gelmiyorsun?" diye sordu. O da "Sadece davetliler girebilir, ben öyle birisi değilim." diyerek kapının yakınındaki sütuna dayandı. Mert de hafiften kafasını sallayıp içeri girdi. Bakalım bu toplantının önemi neydi?
Ciddi, kasvetli bir ortam olacağını düşünmüştü lakin gördükleri bu düşüncesine çok tersti. Subayların kumar masalarında genç görünümlü bayanlarla eğlenip, içki içilen bir ortam vardı. Gördüklerine pek takılmayıp gülümseyerek "İnsanlar..." deyip yavaşça içeriye doğru yürüdü. Yaşlı birisi olduğunu belli eden ak saçlı, buruşuk tenli ama mavi gözlerinden adeta bir çocuğunki kadar enerjik ve sevinç dolu bakışlı bir adam onu gördü. Herkesin rahatlıkla görebildiği bir masadaydı. Hemen ayağa kalkıp gelen süper askeri selamladı, ardından tüm subaylar ayağa kalktı. Bu Portekiz'in geriye kalan son orgeneraliydi. Sonrasında masanın üstüne çıkarak "İşte dostlarım! Beklenilen adam da geldi, başlasın müzik!" dedi. Bir anda enstrüman çalan müzisyenler ortaya çıktı. Mert ise birkaç dakika oturup etrafı izledi, sarhoşların olduğu ortamları pek sevmezdi. Tabi onlar da haklıydı, geldiği gün plan yapılacak değildi. Dışarı çıkıp hava almanın iyi olacağına karar verdi, ayağa kalktı.
Dışarıda dolaşırken yanına Maria geldi. "Sanırım toplantı çabucak bitti, tabi olduysa." dedi. Mert de durup "Diyecek bir şey yok ama en azından bir düşman hakkında haber filan varsa söylerler diye umuyordum." diye karşılık verdi. Maria da cebinden bir sigara çıkartıp çakmağıyla yakarak içmeye başladı. Sonrasında da konuşmaya:
"Aslında bir haber var, sabaha doğru buradan ayrılıyoruz, İngiltere'ye gideceğiz."
"Ulusal Ordu için mi?"
"Aynen öyle, sigara?"
"Yok, almayayım. İçmem de."
"Ben de içmezdim ama bir kere başlayınca durmak içimden gelmedi. Bence sen de bunun gibi rahatlatacak bir şeyler bulmalısın, sürekli savaşmak hiç de kolay değil."
"Bundan önce bilimsel araştırmalar ve robotik projeler ile uğraşırdım, ta ki süper asker olmayı kabul edene kadar. Keşke o anları tam anlamıyla hatırlayabilsem."
"Bilimle iç içe olduğun zamanları mı?"
"Yok, bu kaironit araştırmasıyla ve yapay zekâyla yaptığım savaşla olanları."
"Bence birkaç askeri günlük oku, sonuçta devletin askeri sitesinden askerlerin tuttuğu kayıtları okumak yasal. İşe yarar mı bilmem ama denemekten zarar gelmez."
"Hmm, tamam bunu deneyeceğim. Boş bir yer var mı?"
"Olmaz mı, şuradaki yarısı yıkılmış otel tam da senin istediğin gibi diye düşünüyorum. Sessiz ve sakin."
"Tam on ikiden. O zaman ben kaçar. Teşekkürler, Bayan Maria. Görüşürüz."
"Görüşürüz."
Mert hızlıca oraya çıktı, Maria ise arkasında, ağzında sigarasıyla ona bakarak gülümsedi. "Demek bana teşekkür etti ha?" diyerek geriye döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Hata
Science Fiction"Öyleyse hayatını da kaybetmesi mi doğru olan ya da ne olursa olsun yaptığı hatayı düzeltmek mi? Peki, ikisinin de seçilebileceği bir yol olsaydı nasıl olurdu?" 2053 yıllarında keşfedilen yeni bir maddeyle güç dengeleri oldukça değişmişti, tabi deği...