Yağmur.
Ne kadar da huzur ve mutluluk veren bir bereketti öyle. Bereketlerin en güzeliydi belki de. Ama benim için değildi. Yağmurlu bir günde ikizimi ve babamı kaybetmiştim. Bunlar sadece doğduğum gün olan şeylerdi. Daha pek çok kötü şey olmuştu yağmurun gelişiyle. O yüzden sevmezdim yağmuru. Neden seveyim ki?
Yağmurun başlamasıyla adımlarımı hızlandırdım hayat kadınlarının olduğu yere doğru. Bunu yapacağıma hala inanamasam da yapmak zorundaydım. Annem için. Beni kabul edip etmeyecekleri bile belli değildi. Ama şansımı denemek zorundaydım. Annem de olmasa kimsesiz bir kız olarak gezecektim ortalıkta. 18. yaşımı henüz doldurmadığımdan muhtemelen kimsesizlerin olduğu yurda götüreceklerdi beni.
Gece yarısına yaklaşan bir saatte mini etek, birkaç düğmesi açık bir gömlek, bir ton makyaj ve topuklu ayakkabıyla tenha bir sokakta yürümek ne kadar güvenliydi bilemiyordum. Şuanki tipimle hayat kadınlarına benzediğimin farkındaydım ama yapabileceğim bir şey yoktu.
Anneannemlerin bize miras bıraktığı birkaç parça eşyayı satarak evin ihtiyaçlarını karşılamıştım. Geriye kalan parayla anneme ilaç,kıyafet ve ayakkabı almışken kendime hiç bir şey almamıştım. Taa ki annem bir gece aniden fenalaşana kadar.
Yan komşumuza haber verip annemi hastaneye yetiştirdiğimizde doktor özel hastaneye yatması gerektiğini, kanser hücrelerinin aşırı derecede yayıldığını ve eğer 1 ay içerisinde hastaneye yatırılmazsa kısa sürede ölebileceğini söylediğinde şok olmuş bir şekilde bakakalmıştım doktora. O ana kadar annemin kanser olduğundan bile haberi olmayan ben, ölme ihtimalini duyunca diğer söylediklerini duymamıştım bile.
Ve işte buradayım. Annemi özel hastaneye yatırabilmek için daha önce yapmadığım bir şeyi meslek haline getirmek amacıyla hem de. Tabii bu iğrenç şeye meslek demek ne kadar doğru bilmiyorum.
Genelev göründüğünde derin bir nefes aldım. Yağmurun ardında bıraktığı toprak kokusu rahatlamama neden olurdu hep. Yağmurdan ne kadar nefret ediyorsam, toprak kokusunu da o kadar severdim.
Sonunda gelmiştim. Genelevin önünde durdum ve telefonumu eteğimin arka cebinden çıkarıp kendime baktım. Topuz yaptığım koyu sarı saçlarım ve yeşil gözlerimi ortaya çıkaran makyajımla güzel görünüyordum.
Tam içeri gireceğim sırada ileride gördüğüm karaltıyla durdum. Karaltı biraz daha yaklaştığında fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla tanıdığım kişi olan babamı görmemle çığlık attım.
"Korkma benden, kızım. Bugün gelmedin bana. Oysa her yıl gelirdin. Bu sefer de ben geleyim istedim. Doğum günün kutlu olsun masum prensesim."
Çığlığımı duyan genelevdeki kadınlardan bazıları yanıma geldiğinde babamı gördüğüm yere baktım. Yoktu. Her zamanki gibi zihnim yine oyun oynamıştı bana. Kötü bir şeye yeltendiğimde babamı bulurdum karşımda. Ya uyuduğumda rüyama gelir ya da siluet olarak karşıma çıkardı ansızın. Yine öyle olmuştu işte.
"Tatlım, su ister misin?" Genelevde çalıştığını tahmin ettiğim, benim yaşlarımda bir kızın uzattığı suyu gülümseyerek aldım elinden. Sudan bir yudum alıp geri ona verdiğimde yanımıza 45 yaşlarında, yüzünde bir ton makyaj bulunduran ve boya olduğu fazlasıyla belli olan sarı saçlı bir kadın geldi. Beni şöyle bir süzmesinden anladığım kadarıyla genelevin müdürü gibiydi.
"Hmm...," dedi düşünürmüş gibi yapıp beni süzmeye devam ederken. "Şöyle bir döner misin canım?" Dediğini yaptığımda beni süzmeyi bırakıp gülümsedi. "Burada çalışmak için idealsin tatlım. Müşteriler senin gibi kızları çok severler. Haliyle daha fazla maaş alırsın. Ne dersin?"
İşte beklediğim teklif değil miydi bu? Neden bir anda kabul edemiyordum? Belki de yeterince kararlı olamamıştım. "Düşüneceğim," dedikten sonra su için teşekkür ettim. Yanlarından ayrılıp hızlı adımlarla babamın mezarının olduğu mezarlığa doğru ilerlemeye başladım.
20 dakikalık bir yürüyüşten sonra nihayet başıma bir şey gelmeden mezarlığa varabilmiştim. Onca dikenin bacağıma ya da ayağıma batmaması için ettiğim mücadeleden sonra babamın mezarına gelmiştim. 'Gecenin zifiri karanlığında hangi salak mezarlığa gider ki?' sorusundaki salak ben oluyordum. Tüm gün boyunca babamın ölüm yıldönümü olduğunu unutmuş bir şekilde her zamanki yaptığım şeyleri yapmıştım. Oysa bilincim yerine geldiğinden beri her yıl annemle mutlaka gelirdik babamın mezarına. Ama bu yıl annemin öksürük krizleri, maddi sıkıntılar, anneannemin vefatı derken pek çok şey üst üste gelmişti. Sonuç olarak bu yıl gelememiştim buraya annemle. İlk kez buraya gece vakti ve yalnız gelmeme rağmen korkmuyordum. En azından şimdilik. Biri arkadan dürtse korkudan bayılabilirdim. Ama şuan korkulacak bir şey göremiyordum.
Buraya her geldiğimde içimden konuşurdum onunla. Yanımda annem vardı çünkü. İçimdekileri dökemezdim ki tamamen. Ama şimdi yalnızdım.
"Baba," dedikten sonra derin bir nefes aldım gecenin soğuk havasından. "Annem yok bu sefer yanımda. Kızma ona olur mu? Hastalandı bu sefer. O yüzden gelemedi. Ama ciddi bir şey değil," derken gözümden bir damla yaşın akmasına engel olamamıştım. "Yalan söyleyemiyorum değil mi? Sen olsan şimdi burada böyle olur muydu hayatımız baba? Okulu bırakmak zorunda kalır mıydım? Ya da bu hale gelir miydim? Neden o adi p.. Neyse... Senin mezarında saygısızlık etmeyeceğim. Ben çok yoruldum baba. Sensizlik zaten eksiklikken benim için, diğer yarımda mı gidecek şimdi? İyice mi eksik kalacağım ben?" Annemin ölüm düşüncesi aklıma geldiğinde ağzımdan bir hıçkırık sesinin kaçmasına engel olamamıştım. Canım yanıyordu. Bir yarımı kaybetmişken diğerini de kaybedemezdim.
Birden bir çıtırtı sesi duyduğumda ürperdim. Arkama dönüp baktığımda bir şey göremesem de korkmuştum. Çok zaman geçmeden birinin beni dürtmesiyle çığlığı bastım. Sonrası, karanlık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başbelalarım
ChickLitAşk nedir? Üç harften oluşan bir kelime. Ama dikkat etmek lazım. Peki ya dostluk? Çocukluk arkadaşım Eylül'den başka olmamıştı dost diyebileceğim biri. Ona da dost denirse... Kötü günlerimde yanımda olmayan ve bana ihanet eden birine nasıl dost diye...