Çin Sokağı - Kısım -4

563 160 28
                                    

 Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir. 

-Oscar Wilde

Zak adalelerinden patlayan ağrılarla başını iki yana salladı; heybetli duruşu ve kıllı yüzü resmen volkanlarda fokurdayan aktif bir magma kütlesini anımsatıyordu. Sakin ve cana yakın halinden eser yokmuş gibiydi. "Sanırım kaburgalarım kırıldı," dedi Zak. "Aman Tanrım!" Lewis daha zayıf olduğuna şükretmişti. Şayet dostu gibi cüsseli, herkül gibi bir vücudu olsaydı, alacağı minumum hasar onunkinden katbekat daha fazla olurdu. Zaten onunki gibi bir vücuda sahip olmasının imkansız olduğu aşikardı. Zira metabolizması inanılmaz bir direnişle çalışıyor, midesi ne kadar yerse yesin yeterince büyümüyordu. Elbette onun gözünde kendisine özgü bir letafeti vardı ama alçak gönüllü davranma becerisi her seferinde bu yetisini altüst ediyordu. Yerden doğrulmaya çalıştı ama yeni doğmuş bir ceylan gibi yalpaladı. Gözleri düşüşün etkisi ile bulanık görüyordu ve etrafında belli belirsiz uçuşan cisimler görür gibi olmuştu. Bu cisimler tıpkı yer altını mesken edinmiş perilerin bir tür yansıması gibiydi; onu kaçırmak için gelen küçük bir peri timi. Nerede olduklarını anlamaya çalışarak üstünkörü bir şekilde etrafına bakındı. Bulundukları yer karanlık ve pusluydu. Sol tarafında, duvara yaslanmış sessiz, kurmalı ve gonglu ahşaptan bir duvar saati vardı; içinde de sekiz bacaklı küçük bir örümcek yavaşça ağının üzerinde hareket ediyordu. Hemen yan tarafında da ceviz ağacından yapılmış, hareli, kırık bir kitaplık duruyordu. Diğer taraflarda ıvır zıvırlardan ve kırık birkaç oyuncaktan başka bir şey yoktu. Yerlerde de cam kırıkları vardı ve sokaktan tavan arasının duvarına doğru dökülen çeşitli ışıklar, büyük bir renk cümbüşü ortaya çıkarıyordu. Zak vücudunu döndürdüğünde ahşap zeminden büyük bir gıcırtı koptu. Lewis iki elini de beş kardeş yaparak havaya kaldırdı ve derin derin soluklandı. Sadist, dişi bir devin elinde oyuncak olmuş, çalkalanmış gibi hissediyordu. Hala halat konusunun iyi bir karar olup olmadığını düşünüyordu. Böyle zor kararlar yine alınmalıdır ama eğer insanlar ona güvenirse, yüreğinin doğru yerde olduğunu hissederse ve verdiği kararın bütüne yararlı bir karar olduğunu anlarsa, büyük olasılıkla onların da onayını kazanmış olacaktı. Daha da iyisi güven sağlandığında, bu güvenle uzun vadeli güçlü iş ilişkilerinin temelini de atmış olacaktı. Böylece hem kısa vadede hemde uzun vadede kazançlı çıkacaktı; en azından kendisi böyle düşünüyordu. Zihinsel esneklik, soyut düşünce, öğrenme ve problem çözme için kritik nitelikte olan çalışma belleği, bunlar onun için çok önemli şeylerdi.

"Tanrı aşkına kimdi o adamlar?" diye sordu Zak. "Sözüne ettiğiniz izleyiciler bunlar mıydı?"

"Bunu sonra konuşuruz," dedi Lewis, acele edercesine. "Enjun'a ne oldu?"

"Bir çay restoranına girdiğini gördüm," dedi belini ovuştururken. "Merak etmeyin, kalabalıktı."

"Yani, onunda peşinde birileri vardı?"

"Evet vardı," dedi Zak, sonra tekrar edercesine. "Ama dediğim gibi çok fazla insan vardı."

"Buradan hemen çıksak iyi olur," dedi Lewis, yere düşmüş melon şapkasını bularak. "Dua edelim de düşündüğüm şeyi yapmış olsun."

Zak zorlukla, "Nasıl çıkacağız?" dedi. "İki çift duvardan ve karanlıktan başka bir şey göremiyorum."

"Bana biraz zaman ver," dedi Lewis. "Bir fikrim var."

Hemen etrafına bakındı. Karanlıktan doğru düzgün bir şey görünmüyordu. Aklını çalıştırdı. Körleri düşündü; körlerin yön bulma yetilerini nasıl idare edebildiğini düşündü. Sonra bir puzzle gibi hepsini bir araya getirdi. Ve ayaklarını bir yön bulma aracı gibi kullanıp ahşap zemine vurmaya başladı. Dört köşeli, karanlık tavan arasının tam ortasına gelince sıradan ayak seslerinden biraz daha ince bir tangırtı kulaklarına çaldı. Bu sesin tavan arasının alt katına açılan tutamactan geldiği belirgindi. Ayrıca camın kırılmış olmasıyla büyük bir hava akımı döngüsü oluşmuş, ahşap zeminden yukarı doğru hafifçe rüzgar fısıldar olmuştu. Önce yerde bulduğu melon şapkasını sesin geldiği yerin tam kenarına bıraktı. Sonra kırdıkları camın olduğu yere kadar yürüdü ve cebinden çıkardığı köstekli saatin kapağını açtı. Kapakta bir tür çengel vardı; o çengeli açtığında küçük bir ayna peydahlandı. Eskiden bu tür tıfıl aynaları ateş yakmak veya saç düzeltmek için kullanırlardı ama şimdi bakınca, büyük bir ustalıkla dışarıdan gelen ışığı doğru yere odaklamaya çalışıyordu. Zak lafkörük mırıldanmalarla ışığın vurduğu noktadan tutamacı buldu ve kapağı açtı. Bu sırada Lewis de çengeli geri kapattı, köstekli saatini cebine koydu. Kapağın altında kahverengi eciş bücüş ahşap bir merdiven açılmıştı; yerden yaklaşık bir metre havada kalıyordu. Bunu görünce kötümser olan düşüncelerini bir süre olsun sineye çekmiş, iyimserlik savaşına bir demeç paragraf açmıştı. Büyük bir atılganlıkla merdivenden indi, her bir adımını dikkatle attı. O anda Lewis'in aklında uçuşan peri tozları, büyük bir kararlılık peksimetine dönüştü. Sol elindeki parmaklarında oluşan kronik titremeler bile bu kararlılık karşısında pes etmiş, merakla kapılara dökülmüş insanları ürkütmüştü. Kaç tane yüz görmüştü bilemiyordu ama her kattan inişinde babalarının arkasına saklanmış mızmırık çocuklar, hırthış hale gelmiş küçük sopalarla merdivenlere dökülmüş akrabalar, ofun sofun kalmış anneler, adeta basiret düşmanıymış gibi kendisine bakıyorlardı. Sonunda bu bunaltıcı binadan çıktıklarında, başını havaya kaldırdı. Pespaye toz zerreleri ve bayat küf kokusuyla değil de cennetten gelen saf altın tozlarıyla dolu gibi görünen ay ışınlarına bakakaldı. Sonra bir anda Enjun aklına geldi. Definecilerin onu alıkoymadığını başından beri öngörmüştü aslında ama, şimdilerde o bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini nerede harcadığını tahmin etmeye çalışıyordu. Bir kameramanın içgüdülerini kendi içinde hissetmesi gerektiğini biliyordu. Caddenin karşısına baktı. İnsanlar bir garip davranıyordu. Üç numaralı evin önünde hala bir adamın dikildiğini gördü. Keskin bir şahin gibi dostunu ve kendisini süzüyordu. O anlarda yoldan bir fayton geçiverdi. Faytonun hemen elli metre gerisinde de başka bir arabanın farları görünüyordu. Lewis o arabayı gözüne kestirdi. Kendince değerlendirmeler yaptı. Atlar İngiliz atıydı. Solda olanı donu yani al ve doru rengindeydi; oldukça ağır hareket ediyordu ve diz kapağının kenarında yara bağlamış kamçı izleri göze çarpıyordu. Sağda kalan İngiliz atı ise yağız ve kır rengindeydi; daha dinç ve güçlüydü. Lewis bu atları biliyordu; bunlar, Darley Arabian, Byerley Türk ve Godolphin Arabian adlı Arap aygırları soyundan gelen İngiliz atları idi. Dostuna üç numaralı adamdan söz etti, ardından araba konusunu açıkladı.

TarotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin