Çin Sokağı - Kısım-1

703 205 34
                                    

Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkırlar. 

-Michel de Montaigne 


Londra'nın Soho mahallesine komşu , hemen güneyinde Shaftesbury bulvarı ile sınırlanan ve güney de ise Leicester Square'a kadar uzanan Çin mahallesine vardıklarında, Zak'ın üstünde ikinci katman görevi üstlenen önlüğü artık yoktu. Atlastan yapılmış bir yelek ve eski bir ceketi üstüne iliklemiş, kravatını düzgünce bağlayıp koyu kahverengi pantolonunu daha şık göstermişti. Çin'den gelen göçmenlerin oluşturduğu ticari bir semtti burası. İlk zamanlarda pek istenip tercih edilmese de, turistik gelişimle tercih edilen bir alan olmuştu. Burası bol miktarda Çin pazarı, lokantaları, marketleri ve çay restoranlarına sahipti. Yanlarından yürüyüp geçen insanların, ayırt edici özellikleri arasında, geleneksel kıyafetlerinin ve mimari süslemelerinin göze çarpıcı farklılıkları hemen ortaya çıkıyordu. Çinli erkeklerden bazıları, düğmeleri yan tarafta bulunan uzun giysiler, kimi bayanlar ise Qipao giyiyordu. Küçük çocuklara özel olan, Qipao giyen de vardı, ama genel olarak kimono görüyorlardı. Sokakta büyük bir acelecilik, heyecan ve coşku varmış gibiydi. Fener festivalinin kültürlerinde gerçekten de sıcacık ve önemli bir yeri varmış gibi görünüyordu. İngiltere'nin de bazı ulusal bayramlarını biliyordu. Mesela Guy Fawkes günü: İngiltere'nin en önemli bayramlarından biriydi. 1605 yılında hükumet binasını havaya uçurmaya çalışan komplocunun engellenmesi anısına kutlanırdı. Oysa fener festivali, batı han hanedanı döneminde önem kazanmış bir festivaldi. Halk tarafından coşkuyla kutlanan bir vakitti. Sokakta, küçük yuanxiao dükkanları ve bol miktarda fener vardı. Eskiden festival öncesinde ve sonrasında, insanlar mutlu bir aile ortamı yaratmak için 'aile üyelerinin bir araya gelmesi' anlamını taşıyan kırmızı fenerler de asıyorlardı. Çin resmi ve kağıt kesme sanatı gibi Çin'in geleneksel sanatlarını bir araya getiren bu fener, çeşitli bölgelerde üretilen bambu, ahşap, kumaş, tel gibi malzemelerden yapılıyordu.

Gerrard sokağındaki tüm bayındır görüntü dostunun ilgisini çekmiş gibiydi. Başını binaların tepesine doğru odakladığı her birkaç dakikada, boğazının altındaki larinks tümseğini net bir şekilde görebiliyordu. Alnındaki kasılmayla beraber damarlı, kalın ellerini havaya kaldırıp gördüklerini işaret ediyordu. Lewis de bir rehber edasıyla kendisine sokaktaki hazırlıkların öz geçmişini anlatıyordu. İlerledikçe ve anlattıkça, dostunun yüzünde beliren o bilinmezlik ifadesinin, doğadaki unsurların kişinin içinde oluşturduğu izlenimler kadar kolay olmayan bir çıkmaza girdiğini gördü. Lewis bibloyofil hastası değildi ama her zaman iyi bir anlatıcı olduğunu düşünürdü. Oysa kabullendiği bir yetenek konusunda kendisini şaşkınlığa uğratan dostunun bu davranışı, konuşmalarının oldukça absürt bir hal almasını sağlamıştı. Hoyratça yok olan şaşkınlık zerrelerinden eser kalmayınca, neredeyse yüz metre kadar yürüdüler. Arnavut kaldırımların üzerinde yürürken, etraftaki binaların o kadar tıkış tıkış olduğunu fark etmişti ki, hangi binanın nerede bitip hangisinin nerede başladığını söylemek zor geliyordu. Sonunda dört katlı bir binanın önünde durdular; binanın dış cephesindeki temiz ve jilet gibi görünüşünü ellerini duvarına dokundurmasından anlamıştı. Binanın en alt katında ahşaptan tokmaklı kapısı ve vitrinleri olan cafcaflı bir Çin restoranı vardı. Saat öğle vaktine geliyordu. Lewis'in midesi de oldukça acıkmıştı. Aynı şekilde Zak'ın da ağzı sulanmış, pek çok açıdan farklı bulduğu bu yemekleri deneme isteğiyle yanıp tutuşmuştu. Önünde durdukları restoran 'Hovarda' adlı bir isme sahipti. Upuzun bir geçmişe sahip olan Çin mutfağının, nice kırıntılarını barındıran bir yerdi. Lewis daha önce bu sokaktan pek çok kez gelip geçmiş olmasına karşın, daha önce hiç burada yemek yeme fırsatı bulamamıştı. Kaldı ki parasını böyle kaliteli restoranlara harcayacak kadar çok kazanmıyordu. Oysa şu anda bulunduğu durumda yanındaki dostuna mahcup olmama duygusu ile göğsü yanmış, öne atılıp, siyah ağaçtan yapılmış kapılardan birini açarak kabaca restorana dalmıştı. Bu durumdan pek de şikayetçi olmayan Zak, tüm soğukkanlılığı ile onu takip etmişti. Restoran, sıra sıra dizilmiş kırmızı dantelli oval masalar tarafından donatılmıştı. Tavanlarda sokakta gördükleri fenerlerden asılıydı ve her masa başındaki duvar sütununda, tablolara çizilmiş geleneksel Çin yazıları göze çarpıyordu; bu yazıların genel adı "fántǐ zì" olarak biliniyordu. Etrafta pek çok müşteri olmasına karşın, neredeyse iki-üç masa boş görünüyordu. Lewis de bunu hemen fark etmişti. Tam da o sırada yanlarına bir garson gelerek kendi dilinde, "Huānyíng, xiānshēng," diyerek başını eğdi. Uzakdoğululara özgü, günlük jest ve mimiklerden bir tanesiydi. Garsonun ne dediğini anlamayan dostu biraz afallamıştı ama düz mantık yaparak elde edebileceği verileri hemen oracıkta düşünmemişti. Oysa garsonun kendi dilinde kalıplaşmış bir cümle kurduğu ve onları selamladığı gayet açıktı. Bunu biliyor olsa da, garsonun özel bir müşteriymiş gibi onları gelip selamlaması dikkatini çekmişti; aksanı hemşehrilerine göre çok fazla bozuktu. Ve böyle restoranlar da özellikle garsonların dışarıdan gelen bir İngilizi karşılaması da çok nadir görülürdü. Garson onları boş bir masaya buyur etti ve oturdular. Masanın tam ortasına kamelya çiçeği konulmuştu; çiçekleri burgu yapraklarının çanak yaprağı, çanak yapraklarının taç yaprağa dönüşmesiyle katmerlenen bir çiçekti. Güzel bir koku yayıyordu ve tam yanında da siyah bir menü bırakılmıştı. Masayı daha detaylı inceleyince solunda bir zil fark etti. Zil müşterilerin sipariş vermesi için masalara ilave edilmiş gibiydi. Birkaç dakika sonra garson daha çağırmadan tekrar masaya geldi. Lewis artık kesinlikle şüpheli bulmuştu bu durumu ama dostunun ağzının suyu akarcasına menüden yemek seçtiğini görünce pek belli etmedi. Zak bir porsiyon, ganchaoniuhe ve bira sipariş etti. Lewis de gongbaojiding ve içecek olarak su istedi. Garson yemekler için gidince, akval gürültüler duyulmaya başladı; tangırtılar, ateş sesleri ve kömür çatırtıları da tüm bunlara eşlik etti. Lewis önce başını çevirerek arkasına baktı, sonra sağına ve soluna bakarak, üst kademeden bir insanın etrafta olup olmadığına göz gezdirdi. Etrafta herhangi bir şüpheli olmadığını kendine ispatlayınca önüne döndü ve karamsar bir şekilde konuşmaya başladı.

TarotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin