Tereddüt - Kısım -2

739 221 30
                                    

Karanlığı lanetlemektense, bir mum yakın. 

-Konfüçyus


Pastırma dükkanına girdiğinde muzlim bir görüntü ile karşılaştı. Etrafta kimse yoktu ve dükkan yıllanmış peynir kokusundan geçilmiyordu. Duvar köşelerine ilmik ilmik düğümlerle tutturulmuş düzinelerce sarımsak da bu ağır kokuyu destekliyordu. Bir kaç adım daha attı. Kasanın önüne gelince, tezgahın üstünde gösterime sunulmuş keçi sütünden yapılma peynirleri, kurutulmuş domuz etlerini ve değişik hayvanlardan elde edilmiş doğal yağ testilerini gördü; bir de her zaman etkili göründüğünü düşündüğü, bilhassa geçmişten kalan ve saygı metresi uyandıran vahşi kurt ailesinin sureti. Peki Zak neredeydi? Bunu kendine soralı bir kaç saniye geçmeden kulakları şiddetle çalkalandı. Zak kalınca sesi ile tezgahın arkasındaki sivri menteşeli kapıyı açtı ve buyurgan bir tavırla, "Demek siz geldiniz bay Warren, oturun, oturun lütfen," diyerek kendisini tezgahın önündeki bir sandalyeye oturttu. Zak da ayakta kalmadan tezgahın gerisindeki at yelesinden ve geyik derisinden örülmüş rahat görünen koltuğuna oturdu. Evet, koltuk oldukça barbarca ve ilkelce görünüyordu ama bu adamın karakteri ile alakası olmayan bir durumdu. Ön yargılı davranan bir insan karşısında duran bu şahsın, aslında pek çok hayvan cinayetine birincil açıdan tanıklıklık etmiş olabileceği yanılgısına düşerdi, ama aslında işler öyle değildi. Ölü bir atın yelesi ile avcılıkla elde edilmiş bir geyiğin arasında farklar vardı. Zira atlar pek çok işte yararlı hayvanlardı ama bir dağ geyiğinin aynı şekilde kullanıldığını göremezdiniz; elbette bunun sebebi atın geviş getirerek arpa yemesi, kilolarca yük taşıması, metrelerce dört nala koşması değildi: insanların gözünde geyiklerin bu hayattaki kati görevi, sadece doldurulmuş kelle ve etten öteye geçmiyordu. Bu yüzden atları öldürmek cinayet ve israf, geyikleri avlamak ise sadece bir ihtiyaç haline gelmişti. Zak'a baktı. Her zamanki gibi görünüyordu; ne bir eksik, ne bir fazla. Tıpkı masallardaki insan yiyen devleri anımsatan şekilsiz bir kafatası vardı. Ortak esnaftandı ama okumuş, görmüş, bilmiş ve deli dolu biriydi. Başının her köşesine dağılmış yağlı koyu siyah saçları, dudaklarının hemen üstünde kırpılmış bir Alman bıyığı vardı; yüzünün geri kalan kısımları ise tıraş edilmişti. Kıpkırmızı yüzünün her bir köşesini soğuk bir hengame kaplamış gibiydi; pek çok kargaşanın tecrübesi vardı bu adamda. Onun haricinde sivri duran kulakları ve İtalyanlara benzer, büyük, ucu aşağı düşük bir burnu vardı. Gözleri tütün içiyormuş gibi kısılmış ama hiç kızarmamıştı; yine de gözlerinin içinde belli belirsiz bir trajedi yatıyormuş gibi bakıyordu. Üstünde bir kaban vardı, hemen altında yarısı iliklenmiş keten gömleği ve yanlış düğümlenmiş siyah kravatı duruyordu. Başta gömleğe bakınca, ipliğin menşei ve inceliğinin, en kaliteli şekilde dikildiği pamuktan bir gömlek zannetmişti. Kahverengi postallarının kenarları çamurlanmış, uç kısımları ise paslanmıştı. Adamcağızın üstüne düzgün bir giysi dahi yoktu ama şerefli ve ahlaklı bir adamdı. Onca yılın tecrübesini barındıran, ayak bileklerine kadar dökülen iş önlüğüne bakınca, tüm bu kelimelerin gerçekçi duruşunu ve baskınlığını üzerinde hissedebiliyordu.

"Sizi görmek bir şeref," dedi Zak, ellerini kavuşturarak. "Kusura bakmayın son gösteri bittikten sonra ikamet ettiğiniz yere gelme fırsatı bulamadım. Bay Cliff dükkan konusunda bana epey baskı uyguladı. Ayrıca dolmakalem ve mürekkep almam gerekti."

Lewis şapkasını çıkarıp ellerini saçlarına geçirdi. "Kimin için?"

"Bay Cliff," diye devam etti, "büyük hesaplar yapmaya başladı. Ayrıca son günlerde başını çalışma masasından kaldırmıyor. Büyük bir yatırım yapacağından söz ediyor; sanırım burayı bir büro haline getirecek ve bu amele işinden kendini kurtaracak. Tabi ben de işsiz kalacağım."

TarotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin