Kriz - Kısım -3

218 76 0
                                    

İyiyi yapabildiği halde yapmayan bir insan, suç işlemiş olur. 

-Pestolozzi

Tekrar sokağa çıktığında kapıyı dinlemek için birkaç dakika öylece bekledi. Daha sonra şampanya tıpası ve birtakım camdan bardak sesleri gelince bu cezp edici olmayan münakaşadan kendini azat etti. Açlık beynine vurmuştu besbelli; böyle şüpheci ve röntgenci bir davranış şeklinin başka bir açıklaması olamazdı. Kafasını toplaması gerekti. İnsanların yeterince fazla olduğu bir aile sokağındaydı. Ana caddeye kadar varması sonucu Grove parktaki mezarlığa rast gelmişti; bunu da Garden of Remembrance mezarlığı takip etmişti. Oldukça iç karartıcı gotik havası yeterince daraltıcı gözüküyorken bir de kendisinin böyle sefilce ve aç bir şekilde oralarda dolaşıyor olması gerçekten kanına dokunmuştu. Geri dönüş yolundaki sokaklar olduğundan daha hareketliydi; karabaş ve kerbel tohumlarını görebiliyordu, melankolik havasıyla bacasından duman püsküren topuzlu fabrikalar, örs gürültüleri, eğer sesleri, boynu bükük işçiler ve birbirleriyle sohbet eden ama her seferinde kendi bildiğini geveleyen seyrek insan kitleleri, hepsi sıradanlığına sahip çıkıyormuş gibiydi. Kimisi yüzüne, "Yazık adamcağıza," dercesine bakıyordu, kimisi de, "Ne tahlili bir insan," dermiş gibi. Hayat böyleydi gerçekten de, farklı bakış açılarıyla insanların gözlem mekanizmasından geçerek, yaşadıklarını, tecrübelerini ve hiç bilemedikleri, asla hayal edemeyecekleri düşlerini tahmin edebilme fırsatı veriyordu insanlara. Waterloo köprüsünün o ihtişamlı durağına vardığında büyük bir sihirle önüne yemeklerin döküleceğini hissetse de öyle olmadı. Ortada lamba da yoktu, cin de... "Açlıktan ne düşündüğümü bile bilmiyorum demek," diye düşündü. Ara ara rastladığı faytonlar gözüne çarpmadı değil; birde şu dış ticaret için gelip giden gemiler vardı tabi. Sık sık görürdü onları; ülkenin kolonilerinde sahip olduğu resmi kontrolün yanı sıra küresel ticaretteki egemenliği de büyüktü zaten. Durup gemileri izledi bir süre.  Sonra, birden bire bir gürültü duyuldu! Strand demir yolundan gelen bir yolcu treni yerleri titreterek, duman püskürerek, hızla geçti. Richard Trevithick gibi bir mühendisin, Pennydarran maden bölgesindeki sıradan bir bahisle ortaya böyle bir araç çıkarabileceğini kimse bilemezdi tabi... Köprünün demir sütunları arasındaki dar aralık­tan, vagonların birbirini kovalarcasına kaçtığı görülüyordu. Geçti, geçti sonunda birden bire bitti. Yine sessizdi artık. Köprüyü geçip gittikten sonra The Palm Beach denilen bir kumarhaneye kadar yürüdü. Kumarhanenin önüne iki koruma duruyordu ve korumaların hemen birkaç blok ötesinde de dünyanın adaletsizliğine isyan eden kısık, kasvetli, ama bir o kadar güçlü gözlerle, insanların böbürlenerek geçtiği yolların izine bakan birkaç kumar mağduru bakıyordu. Kumarhaneye girmek için özellikle bir çaba sarf etmesine gerek yoktu, koşullar gayet açıktı; düzgün giyimli, alımlı ve bakımlı olmak yetiyordu. Ama bugün oraya girmeyecekti, yaşam ve uçurum arasındaki o ince çizgide yürümeye pek niyeti yoktu. Bu nedenle kumarhanenin pek de uzağında olmayan bir yeraltı bataklığına gitmeyi düşündü; orası Jeremyn sokağındaki sihirbazların toplandığı bir mesken idi. Akşamları serserilerle, sarhoşlarla ve bedavacılar ile uğraşmak zorlu olacağından orada gösteri yapmak daha pratik olacaktı. Jeremyn'e ulaştığında etrafta pek çok serseri olduğunu gördü ama iyi giyimli birkaç bayın da özellikle oralarda volta attığını görebiliyordu; yolun kenarında da farları yanan bir fayton park etmişti. "Bu bayların özellikle dışarıda durmasının bir anlamı olsa gerek," dedi içinden. "Sonuç olarak bu tür insanlar böyle mekanları durak noktası olarak seçiyorsa, içeri de patavatsız bir gösteri dönüyor demektir." Islak ve nemli duran merdivenlerden indi; etraf inanılmaz bir şekilde tütün kokuyordu ve yer altına inen merdivenlerde büyük bir titreşim hissediliyordu. Lewis bunun barbarca yere vurmak olduğu kanısına varmıştı. İnsanlar gaza geldiğinde bunu çok sık yaparlardı, ya ellerini çarparlar yada ayaklarını yere vururlardı. İnanılmaz bir gürültüydü! Kapıya birkaç kez vurdu, sonra karga burunlu tilki gibi bir adam Lewis'i içeriye soktu. İçeride türlü türlü alman şapkalı, fötr şapkalı ve kasketli onlarca insan vardı. Hepsi de dairevi şekilde kocaman bir alana toplanmış, sütunların etrafına dizilmişti; kimisi arkadaşının omuzlarına çıkmış ıslık öttürüyor, kimisi de şapkasını çıkarıp hunharca sallayıp bağırıyordu. Hatta bazıları o kadar çok gaza gelmişti ki şapkasını ortadaki silindir şapkalı adama doğru fırlatıyordu. Lewis birkaç adamın yanından sıyrıldı. Kalabalığı yarmak gibi bir niyeti olmadığın arkada kütükten yapılmış bir sandalyenin üstüne çıktı ve ortadaki silindir şapkalı sihirbazın kim olduğunu görmeye çalıştı. 1.87 boylarında sırık gibi bir sihirbaz idi. Kanca gibi burnu, kremle nemlendirilmiş basık dudakları ve geriye doğru yaslanmış yağlı simsiyah saçları vardı; tıpkı şu ünlü sanatçılara benzeyen fiyakalı bir gülümseme taşıyordu. Üzerindeki papyonlu smokini, uzun siyah pelerini ile ortadaki alanda adım adım yürüyor, yanındaki yardımcısına bir şeyler fısıldıyordu. Yardımcının tam yanında ise büyükçe bir kutu duruyordu. Sihirbazın ellerinde de bir adet bıçak ve kelepçe vardı. "Şüphesiz, gerçekler," diye düşünmüştü. Sihirbaz önce gösterişli bir şekilde, "Hazır mısınız?" diye bağırdı, "Ölümün, gözlerinizin önünde gerçekleşmesine!" Seyirci inanılmaz bir şekilde kükredi, kimileri de elinde tuttuğu bira şişelerini bir kenara bıraktı. Sihirbaz yardımcısından elini kelepçelemesini istedi; yaptı... Sonra kutunun kapağını açtı ve içine girdi; şapkasını ve diğer kesici ıvır zıvırları da yardımcısına vermeyi unutmadı. Daha sonra kapak kapandı ve sesler kesildi. Yardımcı sihirbazın otuz saniyesi olduğunu söyledi. Bundan sonra seyircilerin yüzlerindeki heyecan ve coşku yerini kana susamış, barbarca, duygusuzca, gerilimle harmanlanmış çok farklı bir ifadeye bıraktı. Lewis sonunda dayanamadı, sandalyeden indi ve soğukkanlılıkla kalabalığın arasından geçmeye başladı. Bu süre zarfında da yardımcı, "25-26-27" diye ileri doğru sayıyordu. Sonunda "29" denildiğini duydu ve büyük bağrışmalarla yardımcının kutuyu ikiye böldüğünü gördü. Sihirbaz başının olduğu çıkıntı da bir süre sallandı sonra yardımcı kutuyu iki tarafa kadar sürükledi ve adam ikiye bölündü. Seyircinin o donmuş yüz ifadelerinin ne kadar soğuk olduğuna siz karar verin. Yardımcı elini iki yana açtı ve o hayrete düşmüş seyirciler birden barbarlığı bir kenara bırakıp alkışlamaya başladı; gerçekten de ortada ne bir kan, ne de bir yara izi vardı. On dakika sonra o ikiye bölünen sihirbaz tekrar aynı alana geldi. Lewis de bu sırada ne diyeceğini merakla bekliyordu; aslında bir an önce kendi gösterisini yapmak istiyordu. Sihirbaz ellerini iki yana açıp kendisini ıslıklayan seyirciyi karşıladı sonra birden tekrar bağırmaya başladı, "Bu çok özel bir gösteridir sayın beyefendiler," diye. "Hindistan ve daha birçok ülke de yapılmış ama pek çoğunda gerçekten cesaret edilememiş bir gösteri." Haklıydı ama genel anlamda gösterinin basit bir oyunu olduğunu düşünüyordu Lewis. "Çok basit bir ayrıntısı var," diye söylenmişti.  Adamın birisi çiftlik şapkasının altından onu süzerek, "Nedir çok basit olan sayın beyefendi?" diye istemsizce tepki vermişti. "Sihirbaz gayet başarılı. Aldığı parayı katbekat hak ediyor. Canınızı sıkan şu basitlik de neyin nesiymiş söyleyin de bileyim?" Lewis çiftlik şapkalı adama döndü ve kurt gibi bakan gözlerle açıklamak istedi. "Aslında tüm hile kutuda. Seyircilere çok basit gözüken kutu aslında 2 insanın içine rahatlıkla girebileceği kadar büyük ve tam ortadan ikiye ayrılmış gibi duruyor. Sihirbaz üstüne çıktığında ise bir tarafında beline kadar içine giriyor ve belden aşağısını saklanan bölüme sokuyor. Kutunun diğer tarafında sallanan bacaklar ise gösteriden önce kutunun içine saklanmış başka bir yardımcıya ait. Yani kutunun içinde bir değil, iki insan var gibi." Çiftlik şapkalı adam gözlerini fal taşı gibi açmıştı; sonrasında önüne dönüp birasından olabildiğince fazla içerek, "Tabii ya, demek öyleymiş!" diye söylenip durmuştu. Sihirbaz sonunda işini bitirip ortadaki alandan uzaklaştığında aracı gibi görünen bir menajerin yanında gitti; adamdan gördüğü kadarı ile 50 sterlin almıştı. Bu gerçekten de büyük bir rakamdı. Lewis gözünü menajere dikti. Giderek solgunlaşan yüzü ve gerginleşen bedeni yüzünden kriz haline girebileceğini düşünerek acele ediyordu; kalabalığın arasında dolanıp duruyordu. Kartları, cebindeydi.  Peki ya seyirci.... Etrafına bakındı; yaklaşık otuz beş metre kareye yayılmış bir kesim sıkkın görünüyordu. Acele ederek ortadaki alanda bulunan, masa başında oturan bir aracının -para toplayıcı, sunucu- yanına gitti. Bu konuda içinde kötü bir his vardı ama adam görevli gibiydi. 

TarotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin